ŞİMDİ ŞU ANDA OLMAK VARDI

Geçen gün Moda Starbucks’ta white mocha’mı yudumlarken -ki ne zaman white mocha içsem bir şey oluyor bana. Algılarım inanılmaz derecede açılıyor, dünyaya bambaşka bir düzeyden bakıyorum. Tüm o küçük detaylar anlamını yitiriyor ve ben sadece büyük resme odaklanıp onunla tek vücut oluyorum… Ahhhh hayır. Daha fazla devam edemeyeceğim. Hiçbir white mocha böyle bir etki yaratmıyor maalesef…

Konudan çok fazla uzaklaştığım için baştan alıyorum… Geçen gün Moda Starbucks’ta white mocha’mı yudumlarken şunu fark ettim: Şu an buradaysam, olabileceğim diğer her yerden vazgeçmiş oluyorum. Ne olursa olsun, kim ne derse desin, burada olmayı ben tercih etmiş oluyorum. Bu, kulağa geldiğinden çok daha değerli bir şey aslında.

Bunu fark ettiğim an şunu da anladım, her neredeysem orada olduğuma değmeli. O yerin hakkını vermeliyim. Ya da, nerede olmak istiyorsam defolup oraya gitmeliyim. Bulunduğum yerden şikayet etmek gibi bir lüksüm olmamalı.

Sonra bu geldi: Şu an bu andayım ve gidebileceğim başka bir an yok. Başka bir zamanı düşünmek, o zamanda olmayı istemek elimdeki tek gerçek zaman olan şu ana yapılabilecek en büyük saygısızlık.

AKLIM NEREDE?

Ben bunları düşünürken Matt Killingsworth de aynı konuda kafa yormuş. Ama sadece kafa yormakla kalmamış “aklın başka yere gitmesi” (mind-wandering) konusunu araştırmış. Hatta bayağı bir deney ve gözlem de yapmış. Misal, Matt Killingsworth “Track Your Happiness” mobil uygulamasıyla 15.000 kişiden 650.000 gerçek zamanlı veri toplamış. Kullanıcılara anlık sinyaller göndererek, o an ne yaptıklarını, ne kadar mutlu olduklarını ve ne düşündüklerini (güzel bir şey vs. üzücü bir şey) sormuş. Ortaya şu sonuçlar çıkmış:

Aklın başka yere gitmesi hayatımızın bir parçası. Ne yaparsak yapalım, hayatımızın %47’sinde aklımız başka yerde.

Aklımız en fazla dişimizi fırçalarken en azsa –tahmin edeceğiniz üzere- sekste başka yere gidiyor.

Aklın başka yere gitmediği anlarda daha mutluyuz.

Sahip olabileceğimiz en yüksek mutluluk seviyesine, olabileceğimiz en mutlu hale, o an neyle uğraşıyorsak sadece ona odaklanarak erişiyoruz.

Yani, şu an kafam burada değilse, kafam nerede olursa olsun daha az mutluyum. Beni mutlu edeceğini düşündüğüm daha güzel bir şeyi düşünmem bile bu sonucu değiştirmiyor.

 Sürekli olmadığın yerlerde yaşıyorsun. Şimdiyi yaşamadığın sürece hiç yaşamamışsındır.

Şu anı yaşama kapasitesine sahip olmayan insanlardan geleceğe dair planlar yapması beklenemez.

Alan Watts

Geçmiş, gitti. Gelecek de her ne olacaksa henüz gelmedi. Yani elimizde sadece bu var. Şimdi. Sadece bu.

Jim Jarmusch – Broken Flowers

AMA HANGİ BENLİK?

Davranışsal Ekonomi’nin babası  Daniel Kahneman  ise mutluluk konusunda 2 farklı benlikten söz ediyor: Deneyimleyen benlik ve anımsayan benlik.

Deneyimleyen benlik anı yaşamaya, anımsayan benlikse o deneyimin hatıralarına odaklanıyor. Örneğin bir konserde 20 dakikalık enfes bir müzik dinlediğinizi düşünün. Müziğin sonunda, orkestradaki birisi yanlış bir notaya bassın. İşte bu noktada anımsayan benlik, deneyimleyen benliğin üzerine çıkıp konserin tamamı hakkında sırf o sondaki kötü sesten dolayı olumsuz bir duygu çıkarıyor. Yani deneyimleyen benlik 20 dakikalık o şarkının her bir dakikasından inanılmaz zevk alırken, anımsayan benlik son dakikadaki o cızırtı yüzünden deneyimin tamamını kötü hatırlıyor.

Bir diğer örnek de kolonoskopi sırasında hissedilen acıyı hastaların farklı yorumlaması üzerine. Aşağıdaki grafikte Hasta B, daha fazla acıya maruz kaldığı halde Hasta A daha fazla acı hissettiğini söylüyor. Çünkü Hasta A’nın hissettiği son acı şiddeti Hasta B’den fazla olduğu için Hasta B toplamda daha fazla acıya maruz kalmasına rağmen Hasta A’nin anımsayan benliği deneyimleyen benliğinin önünce geçip onun daha fazla acı hissettiğini düşünmesini sağlıyor.

HER ŞEY PARA MI?

Daniel Kahnemann’dan öğrendiğimize göre çok çeşitli etnik gruptan, gelir düzeyinden, coğrafi bölgeden katılımcılarla yapılan ve paranın duygularla olan ilişkisinin de incelendiği  Gallup Araştırması’nda  sıra dışı bir sonuç çıkmış.

Yıllık geliri 60.000 Dolar’ın altında olan insanlar mutsuz. Yıllık gelir, 60.000 Dolar’ın ne kadar altına inerse mutsuzluk da o oranda artıyor.

Yıllık geliri 60.000 Dolar’ın üstünde olan insanları incelediğimizde ise dümdüz bir grafikle karşılıyoruz. Gelir seviyesi ne kadar artarsa artsın mutluluk artmıyor, sabit kalıyor. Daha fazla para insanı mutlu etmiyor.

AVANTAJ MUTLULUKTA

Pozitif Psikoloji alanında araştırmalar yapan  Shawn Achor  mutluluğun formülü zannedilen şu denklemin yanlış olduğunu iddia ediyor: “Daha çok çalışırsan daha başarılı olursun, daha başarılı olursan işte o zaman daha mutlu olabilirsin.”

Öncelikle şunu kabul etmek gerekir, bu denkleme göre kişi ne zaman başarılı olursa beyin yeni bir başarı tanımı yapıyor. İyi notlar aldım, daha iyisini almalıyım; iyi bir okulum var, daha iyisine gitmeliyim; iyi bir işim var daha iyisinde çalışmalıyım… Bu şekilde beyin hiçbir zaman o mutluluğa ulaşamıyor. Mutluluğu asla ulaşılamaz bir ufka itmiş oluyoruz.

Mutlu olmak, her bireyin en yüksek hedefidir. Böyle bir hedefe ulaşabilen pek az kişi, aslında ulaşılacak bir hedef olmadığını, ancak yolculuğun herbir anının büyük bir keyif ve tatmin demek olduğunu anlamış olanlardır.

Jiddu Krishnamurti

Shawn Achor, bu formülünün tersine çevrilmesi gerektiğini iddia ediyor. Buna da “Mutluluk Avantajı” diyor. Pozitif düşüncenin veya mutluluğun merkezde olması gerektiğini iddia ediyor. Çünkü beynimiz pozitifken nötr ya da negatif olmasına göre daha iyi çalışıyor. Kavrama yeteneğimiz, enerjimiz ve yaratıcılığımız artıyor.

Pozitif olmanın bir yolunu bulan satışçılar daha iyi satış oranları sağlıyor, doktorlar daha iyi teşhis yapabiliyor. Daha iyimser, pozitif ve mutlu bir beyin dünyaya eskisine oranla çok daha fazla adapte olmanızı sağlıyor. Kısaca, mutluluk merkezde olunca başarı zahmetsizce geliyor.

Bakış açınız gerçekliğinizi belirler.

Star Wars: Episode I The Phantom Menace – George Lucas

Bakış açınızı değiştirmelisiniz ki dünya değişsin.

Ta’m-ı Gilas – Abbas Kiyarüstemi

Shawn Achor’ın mutluluk için bir reçetesi de var. Danışmanlık yaptığı kurumlarda uyguladığı bu yöntem sayesinde insanlar daha mutlu ve daha verimli oluyor.

21 gün boyunca her gün iki dakikanızı minnettar olduğunuz 3 şeyi yazmaya ayırın.

Shawn Achor

MUTLULUK ÜRETİMİ

Dan Gilbert de aynı şeyi söylüyor: Mutluluk, üretilebilen bir şey. Dan’e göre, biz mutluluğu üretebileceğimiz halde, onu bulunabilecek bir şeymiş gibi arıyoruz. Eminim bu size ilginç gelecektir, piyangoyu kazanan bir kişiyle felç olan başka bir kişi bir yılın sonunda eşit derecede mutlu.

Genç yaşta Parkinson hastalığına yakalanan Back to the Future’un Marty’si Michael J. Fox “Lucky Man” kitabında şöyle diyor.

Şu an bu odaya dalıp, -Tanrı’yla, Allah’la, Buda’yla, İsa’yla, Krişna’yla, Bill Gates’le her kiminle olursa- bir anlaşma yaptığınızı ve teşhisim konduktan sonraki 10 yılın sihirli bir şekilde alınacağını ve yerine, eskiden olduğum insan olarak 10 yıl daha verileceğini söyleseydiniz, bir an bile tereddüt etmeden odayı terk etmenizi isterdim.

… Teşhis konduktan sonraki 10 yılım, hayatımın en iyi 10 yılıydı. Kendimi şanslı bir adam olarak görüyorum.

Michael J. Fox – Lucky Man

Akla hemen şu soru geliyor, ürettiğimiz bu mutluluk istediğimiz bir şeyi elde ettiğimizdeki mutluluk kadar uzun sürüyor mu?

Şöyle bir deney yapılmış. Deneklere 6 adet Monet tablosu gösterilmiş ve deneklerden bu 6 tabloyu en beğendiklerinden en az beğendiklerine göre sıralamaları istenmiş. Deneklerin yaptığı listeden üçüncü ve dördüncü sıradaki tabloları onlara verebilecekleri söylenmiş. Denekler de doğal olarak daha çok beğendikleri olan üçüncü sıradakini istemiş. Aynı deney, aynı denekler üzerinde bir süre sonra tekrarlandığında deneklerin Monet tablo sıralamaları değişmiş. Onlara verilen listelerindeki en çok sevdikleri üçüncü tablo ikinci sıraya yükselmiş ve tercih etmedikleri dördüncü tablo da beşinci sıraya gerilemiş. Yani denekler sahip oldukları tabloyu daha da sevmeye başlamışlar.

Aynı deneyi hafıza yetileri olmayan hastalar üzerinde de denemişler. 6 adet tablodan en sevdiklerine göre bir sıralama yapmaları istenmiş. Sıralamadaki üçüncü ve dördüncü sıradaki tablolar onlara sunulmuş, onlar da daha çok sevdikleri üçüncü tabloyu tercih etmişler. Burada ilginç olan aynı deney aynı denekler üzerinde 15 dakika sonra tekrarlanması. Hafıza yetileri olmadığı için hangisini seçtiğini bilmeyen deneklerden tekrar tabloları sıralamaları istenmiş. Onlar da ilginç bir şekilde üç numaralı tabloyu 15 dakika önce seçtiklerini bilmeden ikinci sıraya koymuş. Yani denekler sahip olduklarını bilmedikleri bir tabloyu 15 dakika sonra daha çok sevmişler. Farkında olmadan o tabloya olan sevgilerini artırmışlar. Mutluluk üretmişler.

HİÇ, ÇOKTAN İYİDİR

Barry Schwarts ise bambaşka bir şeyden bahsediyor. Sahip olduğumuz seçenekler bizi özgürleştirmekten ziyade bizde felç etkisi yaratıyor.

Çok fazla seçenek sunulduğunda kararsız kalıyor ve karar veremiyoruz. Seçim yaptığımızda, daha az seçeneğimizin olduğu bir ihtimale göre çok daha az tatmin oluyoruz. Ne kadar çok seçeneğimiz, olursa tercih etmediğiniz seçeneklerin çekici taraflarıyla mutsuz olmak da kolaylaşıyor.

Burada temel sorun beklentiler. Seçenekler artınca beklentilerimiz yükseliyor ve seçimimiz mükemmel olmak zorunda kalıyor. Tek bir seçeneğin olduğu ihtimalleri bir düşünün. İşler ters giderse bunun sorumlusu sadece evren olabiliyor. Ama yüzlerce seçenek varsa, tercih ettiğiniz bir seçenekten tatmin olmamanız durumunda sorumlu siz oluyorsunuz. Ve kendini suçlama başlıyor.

Bizi felç etmekten kurtaracak bu seçeneklerin bir sınırı olmalı değil mi? Bizi mutsuz eden beklentilerimizin bir sınırı olmalı değil mi?

%100’ünü ver ve karşılığında hiçbir şey bekleme.

Buddha

Hiçbir beklentin olmadan hareket et.

Lao Tzu

MUTLULUK VAR, MUTLULUK VAR

Martin Seligman, Authentic Happiness  kitabında 3 farklı mutluluk ya da hayat tanımından bahsediyor.

Tatlı Hayat: Size keyif veren şeyleri yaptığınız ve bunları genişlettiğiniz hayattır. Olaylara pozitif baktığınız ve pozitif duyguların merkezinizde olduğu hayattır. Buradaki temel sorun bu mutluluğun hayatınıza çabuk yerleşmesi ve bir noktadan sizi tatmin etmemesidir.

İyi Hayat (Bağlı Hayat): Bu hayat Mihaly Csikszentmihalyi’nin Flow kitabında bahsettiği Akış; Mevlana’nın Ahenk anlayışıdır. Yani yaptığın şeyle bir olup varlığını kaybetmek. Seligman buna ulaşmak için, güçlü olduğunuz alanları keşfedin ve onları etkin bir şekilde kullanacağınız bir meşgale bulun diyor.

Anlamlı Hayat: Bu ise Flow’un bir üst basamağı. Güçlü yanınızı keşfedip bunu sizden daha büyük bir amaca hizmet etmek için kullanıyorsunuz.

SEVGİ, NOKTA.

Psikoloji üzerine tüm zamanların en uzun süreli araştırması olan Harvard Men araştırması kapsamında 268 erkek 1930’larda üniversiteye girişlerinden günümüze kadar takip edilmiştir.

Bu araştırmayla en mutlu ve başarılı kişilerle, en mutsuz ve başarısız kişiler arasındaki fark incelenmiştir. 2009 yılında bu araştırmayı 40 yıldır yöneten  George Valliant tüm bulguları tek kelimeyle özetlemiştir: Sevgi, nokta!

70 yıllık veri,  diğer insanlarla ilişkilerimizin önemli olduğunu hatta diğer her şeyden daha önemli olduğunu ortaya koymuştur.

George Valliant

Bu araştırmayı günümüzde devam ettiren Robert Waldinger 3 önemli sonuca dikkat çekiyor.

İlki; ailesiyle, arkadaşlarıyla ve çevresiyle ilişkisi iyi olanlar daha mutlu, daha sağlıklı ve daha iyi yaşıyor. Ve yalnızlık ise aynen zehir gibi bir etki bırakıyor.

Kendini diğer insanlardan soyutlayanlar daha mutsuzlar, daha az yaşıyorlar, daha sağlıksızlar ve beyin fonksiyonları da daha önce bozuluyor.

Burada önemli olan çevremize ne kadar bağlı olduğumuz değil. Ne kadar çok arkadaşımızın olduğunun da çok önemli bir etkisi yok. Her şey kurduğumuz yakın ilişkinin kalitesiyle ilgili.

İkinci sonuç ise şu anki ilişkimizin sonraki dönemlerimize olan etkisiyle ilgili. Araştırma gösteriyor ki 50 yaşındaki birisi, ilişkisinden ne kadar mutluysa 80 yaşında da o kadar sağlıklı oluyor. İyi ve yakın ilişkiler bizi yaşlanmaktan koruyor. Mutlu olan çiftler fiziksel bir acı yaşadıklarında o acıyı daha az hissediyorlar. Mutsuz çiftler ise benzer fiziksel acıda daha çok acı hissediyorlar.

Üçüncü sonuç ise iyi ilişkilerin vücudumuzu korumakla yetinmediğiyle ilgili. Beynimizi de koruyor. Bağlılığı kuvvetli ve iyi ilişki sürdüren çiftlerin hafızası da daha iyi oluyor. İlişkilerinde memnun olmayan, birbirine katlanamayan çiftler ise daha erkan yaşta hafıza kaybı yaşamaya başlıyor.

SONUÇ

Özetlemem gerekirse, mutlu olmak için yapmamız gerekenleri şöyle sıralayabiliriz:

Mutlu olmak istiyorsak o an her neyle uğraşıyorsak sadece ona odaklanmalıyız. Geçmişteki bir anı -ki mutlu bir anı olsa da- ya da gelecekteki bir ihtimali -ki mutlu bir hayal olsa da- düşünmeyi bırakıp kendimizi şu ana bırakmalıyız.

Mutluluğun bir şeyin sonunda gelmeyeceğinin farkında olmalıyız. Mutluluğun bir öncül olduğunu kabul etmeliyiz.

Paranın belirli bir seviyeden sonra mutluluğu artırmayacağını anlamalıyız.

Mutluluğun üretilebilir bir şey olduğunu ve sahip olabileceklerimizden ziyade sahip olduklarımızla da mutlu olabileceğimizi bilmeliyiz.

Önümüzde ne kadar çok seçeneğimiz olursa o kadar mutsuz olacağımızı anlamalıyız. Seçenek arttığında seçmediklerimizi düşünerek mutsuz olacağımızın farkında olmalıyız.

Mutlu olmak için yaparken kendimizi kaybettiğimiz ve bizden daha büyük bir amaca hizmet eden bir uğraş bulmalıyız.

Mutluluğun en büyük nedeninin sevgi olduğunu ve eğer ilişkilerimiz kuvvetliyse, sevdiklerimizin bize mutluluk ve sağlık getireceğini unutmamalıyız.

* KAPAK FOTOĞRAFI: Werner Herzog’un Lo And Behold Reveries Of The Connected World belgeselinden “meditasyon sonrası tweet atan Zen rahipleri”.

3 Yorum
  • Nazlı
    Yanıtla

    Peki o zaman herkese sorup merak ettiğim soruyu sizede yönelteyim Öner bey.Mutluluk paylaşıldığı zaman mı gerçektir?

    • Ömer Ceran
      Yanıtla

      Sanırım bu söz Chris McCandless’a ait. Into the Wild’ta da değinilmişti. Ben genel olarak şöyle düşünüyorum, bir şey ancak verdiğinde senin olur. Vermek onu gerçek yapar da diyebiliriz.

  • Nazlı
    Yanıtla

    Çok pardon Ömer Bey yazım yanlışı isminizi hatalı yazmışım :))))

Yorum Yap

Yazmaya başlayın ve sonrasında enter'ı tuşlayın.