Holden Caulfield’in sahtekar dünyaya haykırışını daha net bir şekilde duyurmak için Çavdar Tarlasında Çocuklar kitabında (The Catcher in the Rye) Holden’ın ağzından çıkmış tüm isyan söylemlerini bir araya getirdim. Karşınızda Çavdar Tarlasında Çocuklar: İsyanın Manifestosu.
People never notice anything.
Chapter 2 – Page 10
İnsanlar hiçbir şeye dikkat etmiyorlar zaten.
Bölüm 2 – Sayfa 14
I’d never yell “Good luck!” at anybody. It sounds terrible, when you think about it.
Chapter 2 – Page 16
Ben kimsenin arkasından, “İyi şanslar!” diye bağırmam. O ne korkunç bir sözdür bir düşünürseniz.
Bölüm 2 – Sayfa 20
I took it off and looked at it. I sort of closed one eye, like I was taking aim at it. “This is a people shooting hat,” I said. “I shoot people in this hat.”
Chapter 3 – Page 24
Şapkayı çıkarıp baktım. Bir gözümü kısıp şapkaya nişan alır gibi yaptım. “Bu adam avlama şapkası,” dedim. “Bununla adam avlıyorum ben.”
Bölüm 3 – Sayfa 27
People never believe you.
Chapter 5 – Page 38
İnsanlar size hiç inanmıyorlar zaten.
Bölüm 5 – Sayfa 40
All morons hate it when you call them a moron
Chapter 6 – Page 46
Zaten bütün geri zekalılar kendilerine geri zekalı denmesinden nefret eder.
Bölüm 6 – Sayfa 47
People always clap for the wrong things.
Chapter 12 – Page 91
İnsanlar hep yanlış şeyleri alkışlıyorlar.
Bölüm 12 – Sayfa 85
Which always kills me. I’m always saying “Glad to’ve met you” to somebody I’m not at all glad I met. If you want to stay alive, you have to say that stuff, though.
Chapter 12 – Page 95
Ki, böyle tanıştığıma hiç memnun olmadığım kimselere durmadan “Tanıştığımıza memnun oldum,” demek beni öldürüyor. Ama hayatta kalmak istiyorsanız, ille de bu zırvaları söylemek zorundasınız.
Bölüm 12 – Sayfa 87
People are always ruining things for you.
Chapter 12 – Page 95
İnsanlar her işinizi berbat ediyorlar böyle.
Bölüm 12 – Sayfa 87
I’d rather push a guy out the window or chop his head off with an ax than sock him in the jaw. I hate fist fights.
… but what scares me most in a fist fight is the guy’s face. I can’t stand looking at the other guy’s face, is my trouble. It wouldn’t be so bad if you could both be blindfolded or something.
Chapter 13 – Page 98
Herifin çenesine bir yumruk çakacağıma, onu pencereden aşağıya itsem, ya da kafasını baltayla uçursam daha iyi. Yumruk döğüşlerinden nefret ederim.
…
Bir yumruk döğüşünde beni en çok karşımdaki herifin suratı korkutuyor. Karşımdaki herifin suratına bakmaya dayanamam, derdim de bu benim. İkimizin de gözünü bağlasalar filan hiç fena olmazdı hani.
Bölüm 13 – Sayfa 89
If you do something too good, then, after a while, if you don’t watch it, you start showing off. And then you’re not as good any more.
Chapter 17 – Page 136
Bir şeyi çok iyi yapıyorsanız, bir süre sonra, dikkatli olmazsanız gösteriş yapmaya başlıyorsunuz. Ve sonunda da iyi olmaktan çıkıyor yaptığınız.
Bölüm 17 – Sayfa 123
“Well, I hate it. Boy, do I hate it”, I said. “But it isn’t just that. It’s everything. I hate living in New York and all. Taxicabs, and Madison Avenue buses, with the drivers and all always yelling at you to get out at the rear door, and being introduced to phony guys that call the Lunts angels, and going up and down in elevators when you just want to go outside, and guys fitting your pants all the time at Brooks, and people always…”
Chapter 17 – Page 141
“Ben nefret ediyorum. Hem de nasıl nefret ediyorum,” dedim. “Ama yalnızca okuldan değil. Her şeyden. Bu New York’ta yaşamaktan, her şeyden. Taksilerden, Madison Caddesi otobüslerinden, seni arka kapıdan dışarı atmak için haykıran şoförlerden, Lunt’lara melek diyen sahtekarlarla tanıştırılmaktan, kendimi hemen sokağa atmak istediğim halde durmadan asansörlere binip inmekten, Brooks’ta sana pantolon uydurmaya çalışan heriflerden, insanların hep…”
Bölüm 17 – Sayfa 126
“Take cars,” I said. I said it in this very quiet voice. “Take most people, they’re crazy about cars. They worry if they get a little scratch on them, and they’re always talking about how many miles they get to a gallon, and if they get a brand-new car already they start thinking about trading it in for one that’s even newer. I don’t even like old cars. I mean they don’t even interest me. I’d rather have a goddam horse. A horse is at least human, for God’s sake. A horse you can at least…”
Chapter 17 – Page 141
“Arabalar örneğin. Örneğin insanların çoğu arabaları için deli oluyorlar. Arabaları hafifçe bile çizilse üzülüyorlar, durmadan mil başına ne yaktıklarını konuşuyorlar. Arabalarını aldıklarını gün, başlıyorlar daha yeni bir arabayla nasıl değiştiririz diye düşünmeye. Ben eski arabaları bile sevmiyorum. Beni hiç ilgilendirmiyor arabalar. Lanet bir atım olsa daha iyi. Atlar en azından insana yakın.”
Bölüm 17 – Sayfa 127
“You ought to go to a boys’ school sometime. Try it sometime,” I said. “It’s full of phonies, and all you do is study so that you can learn enough to be smart enough to be able to buy a goddam Cadillac some day, and you have to keep making believe you give a damn if the football team loses, and all you do is talk about girls and liquor and sex all day, and everybody sticks together in these dirty little goddam cliques. The guys that are on the basketball team stick together, the Catholics stick together, the goddam intellectuals stick together, the guys that play bridge stick together. Even the guys that belong to the goddam Book-of-the-Month Club stick together.”
Chapter 17 – Pages 141-142
“Erkek okullarına gitseydin görürdün. Bir dene de gör. Sahtekar heriflerden geçilmiyor ortalık. Tek yapacağın derslerine çalışmak, böylece bir gün kendine lanet bir Cadillac alacak parayı kazanmasını öğreneceksin, okulun futbol takımı kaybederse çok üzüleceğine herkesi inandıracaksın, sabahtan akşama kadar kızlardan, içkiden ve seksten başka bir şey konuşmayacaksın. O küçük kliklerde herkes birbirini nasıl da tutuyor. Basketbol takımındakiler birbirlerini tutuyor, Katolikler birbirlerini tutuyor, lanet entelektüeller birbirlerini tutuyor. Ayın kitabı kulübüne üye olan herifler bile birbirlerini tutuyor.”
Bölüm 17 – Sayfa 127
Anyway, I’m sort of glad they’ve got the atomic bomb invented. If there’s ever another war, I’m going to sit right the hell on top of it. I’ll volunteer for it, I swear to God I will.
Chapter 18 – Page 152
Her neyse, atom bombasını keşfettiklerine çok memnunum bir bakıma. Yeni bir savaş olursa, gider bombanın tepesine otururum. Bunun için gönüllü giderim, yemin ediyorum.
Bölüm 18 – Sayfa 136
These intellectual guys don’t like to have an intellectual conversation with you unless they’re running the whole thing. They always want you to shut up when they shut up, and go back to your room when they go back to their room.
Chapter 19 – Pages 158-159
“Bu entelektüel dedikleri herifler, her şey denetimleri altında değilse, entelektüel bir konuşmadan hiç hoşlanmıyorlar. Onlar sustular mı, sizin de susmanızı istiyorlar, onlar odalarına gitmek istediler mi, siz de kalkıp odanıza gitmelisiniz.”
Bölüm 19 – Sayfa 142
People never give your message to anybody.
Chapter 20 – Page 161
İnsanlar mesajınızı hiç kimseye iletmiyorlar.
Bölüm 20 – Sayfa 144
“Anyway, I like it now,” I said. “I mean right now. Sitting here with you and just chewing the fat and horsing…”
“It is so something really! Certainly it is! Why the hell isn’t it? People never think anything is anything really.”
Chapter 22 – Page 185
“Neyse işte, şu anı seviyorum. Şu anı, seninle oturup çene çalmayı…”
“Bu çok gerçek bir şey! Kesinlikle öyle. Neden olmasın ki? İnsanlar hiçbir zaman bir şeyin gerçek bir şey olduğunu anlamıyorlar.”
Bölüm 22 – Sayfalar 163-164
People are mostly hot to have a discussion when you’re not.
Chapter 24 – Page 202
Siz tartışmak istemiyorsanız, o zaman da insanlar yakanızı bırakmıyor böyle.
Bölüm 24 – Sayfa 178
You can’t ever find a place that’s nice and peaceful, because there isn’t any. You may think there is, but once you get there, when you’re not looking, somebody’ll sneak up and write “Fuck you” right under your nose.
Chapter 25 – Page 219
Asla güzel ve huzurlu bir yer bulamıyorsunuz, çünkü böyle bir yer yoktu. Var sanıyordunuz, ama siz oraya varır varmaz, sizin bakmadığınız bir sırada, biri gizlice gelip, burnunuzun dibinde “Seni…” diye yazıveriyordu.
Bölüm 25 – Sayfa 192
I thought what I’d do was, I’d pretend I was one of those deaf-mutes. That way I wouldn’t have to have any goddam stupid useless conversations with anybody. If anybody wanted to tell me something, they’d have to write it on a piece of paper and shove it over to me. They’d get bored as hell doing that after a while, and then I’d be through with having conversations for the rest of my life. Everybody’d think I was just a poor deaf-mute bastard and they’d leave me alone.
Chapter 25 – Pages 213-214
Düşündüm, sağır-dilsizmişim gibi numara yapardım. Böylece hiç kimseyle o salak konuşmaları yapmak zorunda kalmazdım. Biri bana bir şey demek istediğinde bir kağıda yazar, bana uzatırdı. Bundan bir süre sonra sıkılınca da, ömrümün sonuna kadar insanlarla konuşmaktan kurtulurdum.
Bölüm 25 – Sayfa 188
Anyway, I keep picturing all these little kids playing some game in this big field of rye and all. Thousands of little kids, and nobody’s around — nobody big, I mean — except me. And I’m standing on the edge of some crazy cliff. What I have to do, I have to catch everybody if they start to go over the cliff — I mean if they’re running and they don’t look where they’re going I have to come out from somewhere and catch them. That’s all I’d do all day. I’d just be the catcher in the rye and all.
Chapter 22 – Page 186
Hep büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta, -yetişkin hiç kimse yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim.
Bölüm 22 – Sayfalar 164-165
Don’t ever tell anybody anything. If you do, you start missing everybody.
Chapter 26 – Page 230
Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz.
Bölüm 26 – Sayfa 201
Bu yazıda The Catcher in the Rye’ın “Çavdar Tarlasında Çocuklar – YKY – Çeviri: Coşkun Yerli – Eylül 2002” ve “The Catcher in the Rye – Penguin Books 2010” baskılarından yararlanılmıştır.