SİNEMANIN USTALARI

Sinemanın ustaları deyince akla Kubrick, Scorsese, Tarkovsky, Pasolini, Bergman ya da Özcan Deniz gelir. Bense bu yazıda başka ustalardan, filmlerdeki ustalardan bahsedeceğim: Yoda’dan (Star Wars), O. W. Grant’ten (Interstate 60) ve Bagger Vance’ten (The Legend of Bagger Vance).

BÜYÜK USTA YODA

Yoda için sinema tarihinin büyük ustası diyebilirim. Öğretileri Taoizm ve Zen Budizm’inden beslenen Yoda, Star Wars serisinde Luke’a rehberlik eder.

05

Yoda’nın öğretilerini 3 ana başlıkta inceleyeceğim:

Tüm bildiklerini unut. (Aklın düşünce öncesi haline ulaş.)

Çabalama, yap. (Taoizm’deki wu-wei halini yakala)

Etrafındaki sonsuzluğun farkında ol.

Yoda’nın İlk Öğretisi: Tüm bildiklerini unut! (Aklın Düşünce Öncesi Haline Ulaşmak)

Yoda, Bölüm: V’te Luke’u eğitmeye başladığında onunla aralarında şöyle bir diyalog geçer. (Bu diyalog Luke’un gemisinin bataklığa saplanmasından hemen sonra gerçekleşir.)

LUKE: Olamaz, onu artık hiç çıkaramayız. Taşları yerinden oynatmak başka bir şey, bu başka!

YODA: Hayır. İkisi de aynı. Senin zihninde farklı. Şimdiye kadar öğrendiklerin unutulmalı.

Yoda Şimdiye kadar öğrendiklerin unutulmalı.” sözleriyle Luke’tan bildiği her şeyi bir kenara bırakmasını istiyor. Peki, Luke’un unutması gereken şeyler neler?

Kavramlar:

Yaratıcılık ya da düşünme şekilleri çok genel bir ifadeyle ikiye ayrılıyor: Iraksak ve yakınsak düşünme.

Iraksak düşünme için kabaca, var olan bir probleme farklı çözümler bulma ya da bir nesneye farklı kullanım şekilleri verme diyebiliriz. Yakınsak düşünme ise birbiriyle alakasız kavramlar arasında bağ kurma olarak özetlenebilir.

Iraksak düşünmeyi ölçmek için Olağan Dışı Kullanım Testi (UUT: Unusual Uses Test) yapılıyor. Deneklere sıradan bir nesne veriliyor (örneğin bir kaşık gibi) ve bu nesnenin başka hangi amaçlar için kullanılabileceği soruluyor.

Çocuklar bu testlerde yetişkinlere göre oldukça başarı sağlıyor. Çünkü onlar, bir kaşığı bizim ona yüklediğimiz sözcük olan “kaşık” olarak değil, baş kısmı yuvarlağımsı diğer kısımları uzun bir demir parçası olarak görüyor. Bu sayede de ona sadece yemek yeme işlevi yüklemiyorlar. O demir parçası da işte böylece başka her şey olabiliyor.

Şimdi Yoda’nın sözlerini tekrar hatırlayalım: Şimdiye kadar öğrendiklerin unutulmalı.

Yoda bu sözleriyle çocukluk dönemimizdeki düşünce tarzımızla hareket etmemiz gerektiğini söylüyor. Yani bir şeyi toplumun, geleneğin, dinin ya da insanların ona verdiği isimle, görevle veya işle değil; onu ilk defa görüyor gibi bakan gözlerimizle anlamamızı istiyor.

Dropping Ashes on the Buddha kitabında Zen ustası Seung Sahn şöyle diyor:

Eğer gerçeği anlamak istiyorsan içinde bulunduğun durumun, şartların ve tüm düşüncelerinin gitmesine izin vereceksin. İşte o zaman “zihnin düşünce öncesi haline” gelmiş olursun. Zihnin düşünce öncesi hali berraktır. Berrak akılda içerisi ve dışarısı yoktur. “İşte böyle”dir. “İşte böyle” gerçekliktir.

İkilikler:

Luke ve Yoda arasında Bölüm:V’te şöyle bir diyalog geçer:

LUKE: İyiyle kötüyü nasıl ayırt edeceğim.

YODA: Edersin. Huzur içinde sakinleştiğinde, eylemsiz kaldığında.

Dropping Ashes on the Buddha kitabında Zen ustası Seung Sahn şöyle diyor:

Aklın düşünce öncesi halinde sözcükler yoktur. “Aynı” ve “farklı” zıt anlamlı sözcüklerdir ve bunlar her şeyi ayıran aklın birer ürünüdür.

Yoda, “iyiyle kötüyü huzur içinde sakinleştiğinde, eylemsiz kaldığında ayırt edersin” diyerek aklın düşünce öncesi haline işaret ediyor. Aklın düşünce öncesi halinde bu kavramlar anlamını yitiriyor. Çünkü iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, geçmiş-gelecek gibi bu tüm kavramlar aslında düşüncenin birer yan ürünüdür. Ve sonradan kafamıza yerleşmişlerdir. Aklın düşünce öncesi halinde ise bu ikiliklere yer yoktur.

Peki Yoda’nın yolundan gitmesek yani tüm bildiklerimiz unutulmasa ne olur?

Bölüm: V’te Yoda ve Luke arasında şöyle bir diyalog geçer:

LUKE: Orada ne var?

YODA: Yanında götürdüğün her şey.

Tüm bildiklerimizi unutmazsak onlar bizle her yere gelir. O yeri, orayı, o şeyi; yanımızda getirdiklerimiz perspektifinden görmemize ve oraya sınırlı bir bakış açısıyla bakmamıza neden olur. Yani baktığımız şeyi asla olduğu gibi görememiş oluruz.

Yoda’nın İkinci Öğretisi: Çabalama, yap! (Wu-Wei Hali)

Yoda ile Luke arasında Bölüm:V’te şöyle bir diyalog geçer:

LUKE: Tamam, denerim.

YODA: Deneme. Yap ya da yapma. Denemek diye bir şey yoktur.

Yoda burada Taoizm’in en önemli kavramlarından wu-wei’den (oo-vey diye okunuyor) bahsediyor. Wu-wei en kısa tanımıyla çabasız eylem ya da eylemsiz eylem (efforless action) demektir.

Wu-wei’in en iyi örneğini ise Taoizm’in en eski kaynağı Zhuangzi’de geçen Ağaç Oymacısı Qing’de görüyoruz.

Qing, kral için gösterilerde üzerine çan konan ağaçtan yapılmış stantları hazırlamaktadır. Kral bu ahşap stantları görünce hayranlığını gizleyemez.

HÜKÜMDAR: Bu kadar güzel şeyler yapabilmenin sırrı da nedir? Hangi yöntem mümkün kılar bunları?

QİNG: Ben sadece kendi halinde bir zanaatkarım. Hangi tekniğe sahip olabilirim ki? Ağaçtan bir çan standı yapmaya hazır olduğumda, benim için en önemli şey enerjimi tüketmemek oluyor. Bu yüzden ilk olarak zihnimi sakinleştirmek için zihin orucu tutuyorum.

Üç gün oruç tuttuktan sonra, zafer veya övgü konusundaki endişelerim; elde edeceğim ünvan ya da kazanacağım para kafamda bir sorun teşkil etmiyor.

5 gün sonra, yuhalanacağıma dair düşüncelerimi veya alacağım alkışları; yeteneklerimi ya da beceriksizliklerimi de kafamdan atıyorum.

Sonunda 7 gün oruç tuttuktan sonra, öylesine sakin bir halde oluyorum ki bir vücudum ve 4 uzvum olduğunu unutuyorum.

Bu noktadan sonra beni izleyen bir hükümdar ya da gösterimi sergilediğim bir sahne kalmıyor. Tüm becerilerim konsantre oluyor ve dikkatimi dağıtan dışarıdaki her şey kayboluyor.

Peki Qing, stant yapacağı doğru ağacı nasıl buluyor?

QING: Ağaçların ilahi doğasını tek tek gözlemlemek için ormana gidiyorum. Mükemmel bir şekil ve formda bir ağaca rastlarsam, bitmiş bir çan standını onun içinde görebiliyorum. Yapmam gereken tek şey, elimi işini yapması için serbest bırakmam.

Qing, wu-wei halinde denemiyor, çabalamıyor, zorlamıyor; sadece yaptığı işle ilgili tüm düşüncelerini aradan çıkarıyor, sonuçlarını umursamıyor, alkış almak ya da rezil olmak onun gözünde aynı oluyor. Yani wu-wei’deyken Qing elini işini yapması için serbest bırakıyor.

İşte Yoda da “yap” diyerek tam olarak bunu kastediyor.

Yoda’nın Üçüncü Öğretisi: Etrafındaki sonsuzluğun farkında ol!

Yoda her şeyin geçici ve aynı zamanda da her şeyin sonsuz olduğunu ölüm örneğini vererek anlatıyor.

Bölüm III’te Yoda, Anakin’e şöyle diyor:

Ölüm yaşamın doğal bir parçasıdır. Sevinç duy çevrende Güç’e dönüşenler için. Alıştır kendini kaybetmekten korktuğun her şeyin gitmesine.

Bu düşünceye göre hayat, ölümle anlamlıdır. Çünkü sınırlı bir zaman diliminin olması onun doya doya, dolu dolu yaşanması gerektiğini işaret eder. Bu yüzden ölüm hayatın doğal bir parçasıdır. Burası tamam.

Peki bu bilmem kaç yüz yaşındaki çirkin hobit nasıl oluyor da kaybettiklerimiz için üzüntü duymamamız gerektiğini iddia ediyor? Ve bir de utanmadan Sevinç duy çevrende Güç’e dönüşenler için” diyor.

İşte bu sözler belki de dünyanın en rahatlatıcı bakış açılarından birisini barındırıyor. Çünkü buradaki kritik nokta “Güç’e dönüşenler” ifadesi. Çevremizde, Güç’e dönüşenler için sevinç duymalıyız çünkü Güç sonsuzdur. Güç her yerdedir. Güç sürekli bizimledir. Biz Güç’ün içinde yaşarız. Çünkü bir balık için deniz neyse, bizim için de Güç o. Nereden mi biliyorum? Çünkü Yoda diyor.

Bölüm V’te Yoda’nın Güç’le ilgili söylediklerini hatırlayalım.

Ne kadar da güçlüdür o. Hayat doğurur onu, büyütür. Enerjisi bizi çevreler. Etrafımızı kaplar. Işıl ışılız biz. Sadece et ve kemik değiliz.

Etrafındaki Güç’ü hissetmelisin. Seninle benim aramdaki, ağaçtaki, taştaki, her yerdeki… Gemiyle, toprak arasındaki.

Kaybettiğimiz birisi için genelde onun bizi yukarıdan izlediğini düşünürüz. Çünkü bu düşünce, bizim bu gerçekle başa çıkmamızı oldukça kolaylaştırır. Ama Yoda’nın bakış açısı bunu bir adım ileri taşıyor. Yoda’ya göre kaybettiklerimiz, bizi izlemekle kalmıyor, sürekli bizimle oluyor. Aynen benimle bu yazıyı yazdığım bilgisayar arasında olduğu gibi. Aynen benimle, tuşlar arasında olduğu gibi… Aynen gittiğim her yerde, benimle olduğu gibi.

O. W. GRANT

“One wish grant” (tek dileğin yerine getirilir) anlamına gelen O. W. Grant, Interstate 60’ta karşımıza çıkıyor ve Neal’a yol gösteriyor.

interstate-60-episodes-of-the-road-original

O. W. Grant’in öğretilerini 2 kısımda inceleyeceğim:

Yola çık.

Kaçınılmazlığın farkına var.

O. W. Grant’in İlk Öğretisi: Yola çık!

Neal’in sevgilisi televizyonda Spielberg’in Close Encounters of the Third Kind filmini izlerken şunları söyler:

Ben asla o şeye binmezdim. Asla. Nereye gideceğini bilmeden her şeyi arkada bırakmak. Senin böyle bir şey yapacağını düşünemiyorum Neal. Arkadaşlarını ve aileni geride bırakmak. Ve ne için?

Neal’ın kız arkadaşı, her şeyi planlı yaşamaya çalışan modern insanın bakış açısını yansıtır. Bu düşünce belirsizliği olabildiğince ortadan kaldırmaya çalışır ve yola çıkmak için en büyük engeldir.

Chris McCandless (Into The Wild’da hayatı anlatılan kişi) şöyle diyor:

Birçok insan mutsuz oldukları koşullarda yaşıyor ve bu durumu değiştirmek için bir insiyatif almıyor. Çünkü onlar güvenli, konforlu ve koruyucu bir hayata şartlanmışlar ve tüm bunlar insana huzur/rahatlık veriyor gibi görünür. Ama gerçekte insanın içindeki maceracı ruha güvenli gelecekten daha fazla zarar veren başka bir şey yoktur.

İnsanın ruhunun özünde maceraya olan tutkusu vardır. Hayatın keyfi yeni deneyimlerle karşılaşmaktan gelir. Ve sürekli değişen ufuktan, her güne yeni ve farklı bir güneşle başlamaktan daha büyük bir keyif yoktur.

Akla hemen şu soru gelir. Karşıma çıkacakların benim faydama olup olacağını bilmeden ya da bana yardımcı olacağını bilmeden yola çıkmalı mıyım?

Interstate 60’ta Neal hiç doymayan adam iddiasında tüm parasını şerife kaptırır. Yoluna beş kuruşu olmadan devam etmek zorunda kalır.

NEAL: Danver’a 450 mil var. Depo çeyrek dolu ve hiç param yok.

O. W. GRANT: Kolomb denize açıldığında rüzgar esecek mi bilmiyordu.

O sırada karşısına bir kadın çıkar.

KADIN: Lütfen yardım edim, lütfen. Oğlum arabamı aldı ve kaçtı. Sanırım o Banton’da. Beni oraya bırakır mısınız? Onu bulmam lazım.

NEAL: Bakın üzgünüm ama ben o tarafa gitmiyorum.

KADIN: Sana para veririm. 53 Dolar. Sadece beni Banton’a bırak ve oğlumu bulmama yardımcı ol.

O. W. GRANT: Senin paraya ihtiyacın var, o çıka geldi. Sence tesadüf mü?

Neal kadını yanına alır ve bunu gören O. W. Grant araçtan iner. Çünkü rehber, kahramanı uygun kıvama getirmiştir. Kahraman artık yola yalnız devam edebilir.

O. W. GRANT: Yola ayak uydurmaya başladın.

Burada O. W. Grant’in Tasavvuftaki “kucakla” bakış açısına sahip olduğunu görüyoruz. Bu bakış açısı şunu iddia eder:

Olan her şey, benim için bana oluyor. Karşılaştığım her şey, aslında benim bir problemime bir çözüm. Grant’in dediği gibi yola ayak uydurabilirsem yani o yol ile aynı frekansta olabilirsem karşılaştığım her şeyin benim bir derdime bir derman olduğunun farkında olabilirim.

O. W. Grant’in İkinci Öğretisi: Kaçınılmazlığın farkında ol!

Neal, doğum günü pastasını kesen garson O. W. Grant’i Interstate 60’a çıktığında tekrar görür.

NEAL: Seni burada tekrar görmek tuhaf bir tesadüf.

O. W. GRANT: Eğer tesadüflere inanıyorsan. Ben kaçınılmazlığı tercih ederim.

Her olay kaçınılmazdır. Eğer öyle olmasa gerçekleşmezdi.

Olaya paralel evrenler teorisinden bakalım. Bu teori şunu iddia eder: Ben bir karar aşamasındayken o kararın tüm olasılıkları aynı anda yaratılır ve ben o olasılıklardan birini seçerim. Benim seçmediğim diğer olasılıklar ise başka bir ben’in olduğu evrende gerçekleşmeye devam eder. Yani evden çıktığımda işe arabamla, metroyla ya da vapurla gidebilirim. Ben arabayla yola çıktığımda başka bir evrendeki ben de metroyla gider. Ben bu evrende reklam yazarıyken bir başka evrendeki ben de bir golf oyuncusu olabilir.

Ben bu evreni seçimlerimle yaratıyorum Ve bu evren benim olabileceğim tek evren. Çünkü aksi takdirde başka bir evrende olurdum zaten.

İşte bu düşünce inanılmaz aydınlatıcı bir sonuca işaret ediyor. Bu bakış açısına göre verdiğim karar verebileceğim tek karar oluyor. İşte bu da pişmanlığı ortadan kaldırıyor. Çünkü ben o kararı vermek zorundaydım. Daha doğrusu bu evrende başka bir karar veremezdim. Diğer kararı verdiğim evrende de asla olamayacağıma göre benim yapabileceğim en iyi şey bu evrenin keyfini çıkarmak olmalıdır.

BAGGER VANCE

Hinduizm’in kutsal metni Bhagavad Gita motifleri taşıyan The Legend of Bagger Vance filminde karşımıza çıkan usta Bagger Vance’tir. Bagger filmde, Rannulph Junuh’a rehberlik eder.

maxresdefault-1

Bagger Vance’in öğretilerini iki bölümde inceleyeceğim:

Varlık sebebini hatırla.

Kendini bırak.

Bagger Vance’in İlk Öğretisi: Varlık sebebini hatırla!

Hayatın golf üzerinden anlatıldığı filmde Bagger Vance, insanın varlık sebebinden “Authentic Swing” yani “insanın kendi özgün vuruşu” olarak bahseder.

Filmde geçen şu sözler dikkat çekicidir.

Bagger Vance: Her birimizin içinde gerçek ve özel bir vuruş vardır, bizimle doğan bir şeydir; yalnızca ama yalnızca bize ait olan bir şey; öyle ki ne öğretilir ne de öğrenilebilir, yalnızca hatırlanması gerekir. Bazen zaman bu vuruşu bizden çalar ve onu içimize, keşkelerin, belkilerin, acabaların altına gömer. Sonunda bazı insanlar geçmişlerini unutur, bazıları ise vuruşlarını bile unutabilir.

Topu ya da gideceği yeri asla düşünme, yalnızca sopayı salla. Sopayı hisset. Her birimizin içinde kendimize özel bir vuruş vardır. İşte o vuruşla tek vücut olana dek sopayı sallamaya devam et. Bu bizimle doğan bir şey bu iyi bir şey…

Şimdi de teorik fizikçi Lawrence Krauss’un ne söylediğine bakalım:

Bilimin bize çizdiği resim bir açıdan rahatsız edicidir. Çünkü bilim bize evrende hayal ettiğimizden çok daha fazla önemsiz olduğumuzu söyler.

Bizi çıkardığınızda tüm galaksiler ve evrendeki her şey neredeyse aynı kalır.

Yani Kopernik’in asla hayal edeyeceği şekilde önemsiziz. Buna ek olarak bu; sefil bir geleceğin bizi beklediği anlamına da gelir.  Söyleyebileceğim 2 önemli şey bizim önemsiz olduğumuz ve geleceğin de sefil olduğudur.

 

Şimdi bu düşüncenin sizi üzeceğini düşünebilirsiniz. Ama ben öyle düşünmüyorum. Bu, sizi cesaretlendirmeli ve size farklı bir rahatlama vermeli. Çünkü eğer evren bizi umursamıyorsa ve biz evrenin uzak köşesinde bir kazaysak bu bizi bir açıdan çok daha değerli yapar.

Hayatımızdaki anlamı bize, biz veririz. Ve biz evrimsel bir kaza sonucu ve gezegenin bu yönde gelişmesi sonucu buradayız. Ve güneşteki kısacık bu anın tadını çıkarmalıyız. Bu kısacık anı doya doya yaşamalıyız. Çünkü bu, sahip olduğumuz tek şey.

Ve evrende yaşam formuna sahip olacak kadar nadir bir türsek –ki bundan şüpheliyim- bu bizi inanılmaz önemsizken aşırı özel yapıyor.

Biz evrenin başlangıcıyla ilgili sorular soran ve en geniş ölçüde evreni öğrenebilen ve her şeyi deneyimleyerek insan olmamızı sağlayan bir bilince sahibiz. Müzik, sanat, edebiyat ve bilim… Yani benim için, sanki mankenmişiz gibi bizimle ilgilenen ya da her şeyi elindeki iplerle belirleyen biri tarafından bir amaçla yaratılmadığımız gerçeği ruhani olarak ilham verici.

Geleceğimizi biz belirliyoruz. Ve bu da geleceği çok daha değerli yapıyor.

Bagger Vance, bir nedenle doğarız derken; Krauss ise hayata anlamı biz veririz diyor. Benim düşüncem iki görüşün de aynı anda gerçekleştiği yönünde. Dilediğimiz şeyi anlamlı hale getirebiliyoruz orası kesin. Ama bazı şeylerle karşılaştığımızda ise diğer her şey anlamını yitiriyor. İşte o şeyle karşılaştığımızda, o şey bize tanıdık geliyor. Bize bizden geliyor. Ona anlamı biz vermiyoruz. Onun anlamının içinde kayboluyoruz. Neyse, siz ne demek istediğimi anladınız.

Bagger Vance’in İkinci Öğretisi: Kendini bırak!

Bagger Vance: Sopayı sallayışına dikkat et, sanki bir şey arar gibi değil mi? Sonunda buluyor. Kendini ona göre ayarlamaya çalışıyor.
Odaklanışını hisset. Seçebileceği pek çok vuruş var. Topraktan, üstten ya da ortadan. Ama sahayla uyum sağlayan tek bir vuruş var. Ve o vuruş onun kendi vuruşu. Ve o vuruş onu seçecek.

Dışarıda her birimizi arayan mükemmel bir vuruş var. Tek yapmamız gereken kendimizi onun yolundan çekmek. Onun bizi seçmesine izin vermek.

Bagger Vance: Bak ona. Ona ve sahaya bak. Bayrağı görüyor musun? Öldürülmeyi bekleyen bir ejderha gibi. Ama odaklanmadan bakarsan, gelgitlerin, mevsimlerin ve dünyanın dönüşünün bir araya geldiği yeri göremezsin.

Var olan her şeyin ve evrendeki her şeyin bir olduğu yeri.

Bagger’a göre bizi evrenle bir yapacak şey bizim eylemimiz, ona engel olan tek şeyse kendimiz. Yani, o eylemle ilgili düşüncelerimiz, eylemin sonuçlarıyla ilgili endişelerimiz…

Bagger diyor ki: “Çekil önünden, çık aradan. Yoksa eyleminin içinde kaybolamazsın.”

 SON SÖZLER

Bu yazı aslında bir türlü bitiremediğim, insanın yaparken kendinden geçtiği, kendini kaybettiği deneyimler (optimal experiences) üzerine yazdığım başka bir yazının öncülü. Dur bir dakika. Baştan alıyorum: Bu yazı aslında üçlemenin ilk halkası (şimdi daha “cool” oldu).

Neyse… Geldim yine bir yazının daha sonuna, bir duanın daha başına: Luke gibi tüm bildiklerimizi unuttuğumuz, Neal gibi kendimizi yollarda bulduğumuz ve Junuh gibi kendimizi bıraktığımız günlere…

KAYNAKLAR

Trying Not To Try  – Edward Slingerland

The Book of Chuang Tzu – Chuang Tzu

Tao Te Ching  – Lao Tzu

Interstate 60   – Bob Gale

Star Wars Episode V   – George Lucas

The Legend of Bagger Vance   – Robert Redford

Dropping Ashes on the Buddha   – Seung Sahn

MERAKLISINA

Evrende Yanlış Mıyız?  – Star Wars’taki Taoizm göndermeleri üzerine yazdığım yazı.

The Legend of Bagger Vance – The Legend of Bagger Vance üzerine yazdığım yazı.

Yolun Yol Mu?  – Interstate 60 üzerine yazdığım yazı.

Aklı Baştan Çıkarmak  – Şeyleri oldukları gibi görmek üzerine yazdığım yazı.

Yorum Yap

Yazmaya başlayın ve sonrasında enter'ı tuşlayın.