ŞEYLERİ OLDUKLARI GİBİ GÖRMEK İÇİN AKLI BAŞTAN ÇIKARMAK

Düşün McFly, düşün! Ne zaman çözmekte zorlandığım bir problemle karşılaşsam ya da bir şeyi anlamasam kendime böyle derim. Düşün McFly düşün! (Çok fazla kendi kendine konuşan birisiyim. Hatta kendi kendime o kadar çok konuşurum ki, bazen araya girip lafımı kesmem gerekir.)

Düşün McFly, düşün! diyerek aradığım o çözüme düşünerek ulaşabileceğime inanıyorum. Çünkü akılcılığı referans alan batılı düşünce tarzım bana böyle yapmam gerektiğini söylüyor. Çünkü bizi diğer canlılardan ayıran en büyük özelliğin düşünebilmemiz olduğunu düşünüyorum.

Peki ya, bizi diğer canlılardan ayıran en büyük özelliğimiz, aslında hayatımızı zehir eden bir lanetse? İşte bu yazı, şu ana kadar beni en fazla şaşırtan bakış açısıyla ilgili. Tüm bildiklerinizi unutmaya, düşünmek için aklınızı kullanmamaya hazır mısınız?

Tüm bildiklerin unutulmalı.

Yoda (Star Wars Bölüm V)

DÜŞÜNMEYİNCE OLUYOR

Her öğleden sonra saat 3 ila 4 arası Starbucks’a gider, white mocha’mı alırım. Hatta Kanyon Starbucks çalışanları bana “Ömer Bey, bu sefer farklı bir şey mi deneseniz acaba?” diye takılırlar.

Bir gün yine aynı saatlerde ajanstan çıktım. Bu sefer Starbucks’a değil, Macro’ya gidiyorum. Yolda da Macro’dan alacaklarımı düşünüyorum. Gitmişken şunu da alıyım, bunu da alıyım diye düşünürken bir de baktım, Starbucks’ta kahve sırasındayım. Alışkanlık işte. Benim Macro’yu düşünmem, beni Macro’ya götürmek yerine bana tam tersini yaptırdı. Beni Starbucks’a götürdü. (Gitmişken de bir white mocha aldım tabii)

O an bir kez daha anladım, “düşünmek tüm karmaşıklıkların anasıdır”.

“Bilinçli Çabanın İronik Etkileri” üzerine araştırmalar yapan psikolog Daniel Wegner şöyle diyor:

Hedeflerimize bilinçli bir şekilde ulaşmaya çalıştığımızda, ya dikkat dağınıklığı ya da stres gibi nedenlerle onlara ulaşamıyoruz. Hatta ironik bir şekilde başarısızlığımız yetmiyor ve ne elde etmek istiyorsak onun tam tersini elde ediyoruz.

Neyi arzu etmiyorsak tam da onu elde ediyoruz.

Wegner’in çalışmaları mutlu olmaya çalıştığımızda depresyona girdiğimizi, rahatlamaya çalıştığımızda gerginleştiğimizi ve konsantre olmaya çalıştığımızda dikkatimizin dağıldığını iddia ediyor. Bir şeyi unutmaya çalıştığımızda onu daha iyi bir şekilde hatırlıyoruz. Uyumaya çalıştığımızda ise uykumuz iyice kaçıyor.

Tüm zamanların en iyi kitaplarından birisi olan Men’s Search For Meaning’in yazarı psikiyatrist Viktor Frankl ise “paradoksal niyet” kavramını ortaya atıyor. Uyku problemleri üzerine çalışan Frankl, uykuyu ele konan bir güvercine benzetiyor. Ele konan bir güvercin ona dikkat edilmediği sürece orada kalır. Ne zaman kişi onu yakalamak isterse işte  güvercin o zaman uçar gider. O da bu yüzden uyku problemi çeken hastalarına “uyanık kalmaya çalışın” diyor.

Tenis oyuncusu John McEnroe, rakibinin mükemmel bir forehand kullandığını görünce, yer değiştirme sırasında ona “Bugün forehand’in inanılmaz iyiydi” gibi komplimanlar yapıyor. Nedeni ise rakibine iyi yaptığı şeyi düşündürtmeye çalışmak ve onu paralize etmek.

Bir Zen şiiri bunu kırkayak örneğiyle anlatıyor:

Kırkayak mutlu ve sakindi,

Ta ki karşısına bir kurbağa çıkıp

Şakayla karışık, söyle bakalım

Hangi ayak hangisini takip eder

Diye soruncaya kadar.

Bu kırkayağın kafasını

Öyle bir karıştırdı ki

Dikkati dağıldı zavallının

Ve bir hendeğe yuvarlanıverdi

Nasıl yürüyeceğini düşünerek.

Kısaca, onu düşünmemiz bizi ondan uzaklaştırıyor.

BİR SİSTEM VAR BENDE BENDEN İÇERİ

Şimdi biraz düşünmek üzerine düşünelim. Daniel Kahneman’ın Thinking Fast and Slow kitabında kararlarımızı veren iki ayrı sistemden bahsedilir. Yani hayatımızın kontrolü bu iki sistemin elindedir.

Bunlar Sistem 1 ve Sistem 2’dir. 

Sistem 1, hızlı ve otomatiktir. Bilinçli herhangi bir kontrol ve en ufak bir çaba gerektirmeden çalışır.

Sistem 1, evrimsel olarak daha eskidir. Çok görmüş geçirmiştir.

Sistem 1 bilinçaltımızdır, içimizdeki sestir, kalbimizin sesidir, istemsizce yapılan vücut hareketidir, doğallıktır.

Sistem 2 ise bilinçli bir çabayla çalışır, uzun uzun düşünür, analiz eder, sorgular. Oldukça dikkatlidir.

Sistem 2’nin çalışması kişinin deneyimi, tercihleri ve konsantrasyonu üzerinedir.

Sistem 2, Sistem 1’e oranla evrimsel olarak daha yenidir. İhtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Sayesinde bugüne kadar sürekli gelişerek gelebilmişizdir.

Sistem 2 bir matematik sorusunu çözmeye çalışmaktır, aracı geri geri park etmektir, öğle yemeğini nerede yiyeceğine karar vermektir, gelen WhatsApp mesajını uzun süre bekletip sonra cevap vermektir…

Kısaca Sistem 1 hızlı, Sistem 2 ise yavaş düşünmedir.

NİYET ETTİM ZİHİN ORUCUNA

Qing’in Hikayesi

Chuang Tzu’nun Kitabı’nda ağaç oymacısı Qing’in hikayesine yer verilir. Qing, hükümdar tarafından bronz çanların altına yerleştirilen stantları oymakla görevlendirilmiştir. Bir gösteriyle bu hünerini hükümdara ve halka sergiler.

Qing işinde o kadar iyidir ki, onun ağaçları oyarak hazırladığı stantlara herkes hayranlıkla bakar. Hatta çoğu insan Qing’in doğaüstü yetenekleri olduğuna inanır.

HÜKÜMDAR: Bu kadar güzel şeyler yapabilmenin sırrı da nedir? Hangi yöntem mümkün kılar bunları?

QİNG: Ben sadece kendi halinde bir zanaatkarım. Hangi tekniğe sahip olabilirim ki? Ağaçtan bir çan standı yapmaya hazır olduğumda, benim için en önemli şey enerjimi tüketmemek oluyor. Bu yüzden ilk olarak zihnimi sakinleştirmek için zihin orucu tutuyorum.

Üç gün oruç tuttuktan sonra, zafer veya övgü konusundaki endişelerim; elde edeceğim ünvan ya da kazanacağım para kafamda bir sorun teşkil etmiyor.

5 gün sonra, yuhalanacağıma dair düşüncelerimi veya alacağım alkışları; yeteneklerimi ya da beceriksizliklerimi de kafamdan atıyorum.

Sonunda 7 gün oruç tuttuktan sonra, öylesine sakin bir halde oluyorum ki bir vücudum ve 4 uzvum olduğunu unutuyorum.

Bu noktadan sonra beni izleyen bir hükümdar ya da gösterimi sergilediğim bir sahne kalmıyor. Tüm becerilerim konsantre oluyor ve dikkatimi dağıtan dışarıdaki her şey kayboluyor.

Qing, zihin orucu sayesinde işini ya da gösterisini yaparken sürekli düşünceler üreten aklını aradan çıkarıyor.

Çünkü akıl, olacakları düşündüğünden olanı kaçırıyor.

Peki, bu Qing denen ağaç oymacısı doğru ağacı nasıl buluyor? Ağacı tüm detaylarıyla inceliyor mu? Onun hakkında saatlerce analiz yapıyor mu? Ağacın doğru ağaç olup olmadığı hakkında tereddüde düşüyor mu?

Belki de arkadaşlarına şöyle diyor, “Geçenlerde bir partide bir ağaçla tanıştım, sanırım benim için doğru ağaç o.”

Ya da böyle, “O partide tanıştığım ağaç var ya tam bir odun.”

QING: Ağaçların ilahi doğasını tek tek gözlemlemek için ormana gidiyorum. Mükemmel bir şekil ve formda bir ağaca rastlarsam, bitmiş bir çan standını onun içinde görebiliyorum. Yapmam gereken tek şey, elimi işini yapması için serbest bırakmam.

Eğer belli bir ağaç beni çağırmıyorsa yoluma devam ediyorum. Yaptığım sadece içimdeki ilahi gücün dünyadakiyle eşleşmesine izin vermek. Sanırım bu yüzden sanatım, diğer insanlar tarafından doğa üstü görülüyor.

Qing o ağacın doğru ağaç olduğuna karar vermek için defalarca düşünmüyor. Biliyor ki, o ağaç doğru ağaçsa onu çağıracak. Onu çağırmayan ağacın yanından bile geçmiyor. Bir ağacın doğru olduğuna aklıyla karar vermiyor, o ağacı tüm ruhuyla hissediyor. Doğru ağacın ilahi doğası, onunkiyle “match oluyor” (buradan beyaz yaka arkadaşlara selam çakmak istedim).

Qing, “Yapmam gereken tek şey, elimi işini yapması için serbest bırakmam.” diyerek aslında şunu kastediyor: Ben akıl olan her şeyimi aradan çıkarıyorum ve diğer her şeyimin işini yapmasına izin veriyorum.

Qing aynı zamanda doğru ağacı bulduğunda, ona diğer insanlar gibi bakmıyor. Qing, ağaca gözleriyle baksaydı sadece bir ağaç görürdü. Ama Qing, ona ruhuyla bakıyor ve stant olarak görüyor. “Mükemmel bir şekil ve formda bir ağaca rastlarsam, bitmiş bir çan standını onun içinde görebiliyorum.diyor.

Yan Hui’nin Hikayesi

Zhuangzi’de Konfüçyus ve Yan Hui arasında geçen bir hikayeye yer verilir. (Burada Konfüçyus olarak bahsedilen kişi aslında Konfüçyus değildir. Chuang Tzu, farklı bir düşünce okulunun lideri ve rakibi Konfüçyus’u kendisi gibi konuşturmuştur. Yani burada geçen Konfüçyus aslında Chuang Tzu’dur.)

Yan Hui, komşu eyalette halkını ezen baskıcı bir yönetici olduğunu duyar. Ona, doğru yolu göstermek için onu ziyaret etmeye karar verir. Konfüçyus’un ise Yan Hui konusunda şüpheleri vardır. Hatta Konfüçyus, Yan Hui’nin başı gövdesinde dönemeyeceğinden endişelenir.

Konfüçyus’a göre buradaki problem, Yan Hui’nin yanlış nedenlerle motive olmasıdır. Yani, Yan Hui’nin teorik bilgilerle hareket edip, kibirle motive olmasıdır. Kendisini o yöneticiden daha iyi ve daha akıllı görmesi; kötü krala doğru yolu gösterip bununla büyük bir şöhret kazanma arzusudur. Konfüçyus, Yan Hui’nin o eyalete gitmesine izin vermez. Yan Hui başka stratejiler önerse de Konfüçyus bunların hepsini reddeder.

Konfüçyus: Hala aklın tarafından kontrol ediliyorsun. Sen oruç tutmalısın. Sana bir şey söyleyeyim, aklını dinlediğin sürece hiçbir şey elde edemezsin. Aklını rehber edinenler asla Aydınlık Cennet’te olamazlar.

Yan Hui: Benim ailem fakirdi ve bu yüzden aylarca şarap içmediğim, et yemediğim zamanlar oldu. Oruçla bunu mu kastediyorsun?

Konfüçyus: Hayır, seni aptal. (“Seni aptal” kısmını ben ekledim.) Benim bahsettiğim zihin orucu.

Niyetlerini bir bütün haline getir. Kulaklarınla dinlemektense aklınla dinlemek daha iyi; ama hala daha da iyisi qi (çi diye okunur, hayat enerjisi ya da ruh anlamına gelir) ile dinlemektir. Kulaklar sadece sesi kaydeder, akıl ise yalnızca analiz ve kategorize eder; qi ise boştur ve yeni fikirlere açıktır. Eğer kendini boşaltırsan, Tao’nun kendisinden başkası sende görünür olmaz. İşte akıl orucuyla bahsettiğim bu boşluktur.

Hikaye şöyle son bulur.

Yan Hui: Geliştim.

Konfüçyus: Ne demek istiyorsun bununla?

Yan Hui: Oturup her şeyi unuttum.

Konfüçyus: Oturup her şeyi unutmakla neyi kastediyorsun?

Yan Hui: Dört uzvumun ve vücudumun kaybolmasına izin veriyorum, algımı ve düşüncelerimi fiziksel vücudumdan bir kenara atıyorum, bilgiden kurtuluyorum ve Yol ile uyum içinde oluyorum. Oturup her şeyi unutmakla bunu demek istiyorum.

Konfüçyus: Yol ile uyum içinde biri olarak artık tercihlerle işin kalmaz; dönüşmüş birisi olarak katılıkla işin olmaz. Yani gerçekten de olağanüstü birisin. Senin hizmetkarın olmak istemek dışında elimden bir şey gelmez.

ÖYLE SARHOŞ OLSAM Kİ

Chuang Tzu’nun Kitabı’nda arabadan düşen bir sarhoştan bahsedilir. Araba çok hızlı gitmesine rağmen düşen sarhoş sürücüye bir şey olmaz. Kemikleri aynen diğer insanlarınki gibi olduğu halde, bizim sarhoş arabadan düşen birinin yaralanması gerektiği gibi yaralanmaz. Burnu bile kanamaz.

Neden mi? Çünkü o, araba sürdüğünün farkında değildir. Ve yine aynı şekilde düştüğünün de farkında olmaz. Yaşam ve ölüm düşünceleri, alarma geçme ve dehşete düşme durumları ondan uzaktır. İşte bu yüzden her şeye korkusuzca atlar. Chuang Tzu bu sarhoş adamı, ruhu bozulmamış olarak niteler.

Peki neden Chuang Tzu, bilişsel kontrolün olmadığı sarhoşluğa bu kadar önem verir? Çünkü sarhoşken insan kendi kendini kontrol etmez. Yaptığı eylemlerin sonuçlarını düşünmez. Sıradan dünyadan, bir derece bağımsızdır. Pek çok insanı inciten şeyler, onu incitmez.

Tabii buradaki sarhoşluk tamamen metafordur. Chuang Tzu’nun kastettiği ilahi sarhoşluktur (heavenly drunk). İlahi sarhoş aklını aradan çıkarır. Kendisini kontrol etmez, şu an nasıl görünüyorum diye düşünmez, şöyle yaparsam insanlar bana ne der düşüncesi onun umurunda olmaz. İlahi sarhoş, aynı alkol sarhoşu gibidir. Tek farkı hiç alkol almamıştır.

ŞEYLERİ OLDUKLARI GİBİ GÖRMEK

Ch’ing-Yuan’ın ünlü bir sözü şöyledir:

Otuz yıl sürecek Zen çalışmama başlamadan önce

Dağları dağ, suları su olarak görürdüm.

Daha derin bir bilgi seviyesine ulaşınca

Öyle bir noktaya geldim ki

Artık ne dağları dağ

Ne de denizleri deniz olarak görebiliyordum.

Fakat şimdi işin temeline ulaşmış

Ve huzurlu bir durumdayım

Bir kere daha dağları dağ

Denizleri Deniz olarak görmeye başladım.

Iraksak Düşünme

Yaratıcılığı ya da düşünme şekillerini çok genel bir ifadeyle ikiye ayırabiliriz: Iraksak ve yakınsak düşünme.

Iraksak düşünme için kabaca, var olan bir probleme farklı çözümler bulma ya da bir nesneye farklı kullanım şekilleri sunma diyebiliriz.

Iraksak düşünmeyi ölçmek için Olağan Dışı Kullanım Testi (UUT: Unusual Uses Test) yapılıyor. Deneklere sıradan bir nesne veriliyor (örneğin bir kaşık gibi) ve bu nesnenin başka hangi amaçlar için kullanılabileceği soruluyor.

Çocuklar bu testlerde oldukça başarı sağlıyor. Çünkü onların beyinlerinin bilişsel kontrol bölümleri, yetişkinler kadar gelişmemiştir. Beynin bilişsel kontrol bölümü Sistem 2’nin yönetimindedir. Ve çocuklar Sistem 2’yi kullanmakta yetişkinler kadar iyi değildir. İşte bu yüzden bu kadar yaratıcı sonuçlar elde ediyorlar. Bir de çocukların beyinleri yetişkinler kadar yıkanmamıştır. Yani çocukların zihni tamamen berraktır. Başka bir ifadeyle Yan Hui’nin zihin orucunu doğal olarak tutmaktadırlar.

Çocuklar, bir kaşığı bizim ona yüklediğimiz sözcük olan “kaşık” olarak değil, bir demir parçası olarak görüyor. Bu sayede de ona sadece yemek yeme işlevi yüklemiyorlar. O demir parçası da işte böylece başka her şey olabiliyor.

Şeyleri oldukları gibi görmek için tüm bildiklerimiz unutulmalı, ona yüklediğimiz tüm anlamlar bir kenara bırakılmalı, onun bize tüm düşündürdükleri, tüm hatırlattıkları kaybolmalı. İşte o zaman, her şeyin mümkün olduğu Intertstate 60’ta olabiliriz.

Bob Gale’in Interstate 60 filminde Ray, zihinsel bir egzersiz olarak hastanede Neal’a iskambil kartlarını gösterip gördüklerinin isimlerini söylemesini ister. Ray, hızını sürekli artırır. Finalde ise Neal’ı bir sürpriz bekler.

NEAL: Geçebildim mi?

RAY: Hayır. Çok az insan geçebilir.

NEAL: Siyah kupalar, kırmızı maçalar. Haydi ama bu sahtekarlık.

RAY: Deneyimlerin yüzünden bütün kupaların kırmızı ve tüm maçaların siyah olduğunu düşünmeye koşullanmışsın. Şekilleri benzer olduğundan, zihninin bunları eski bilgilerine göre değerlendirmesi, farklı olduklarını düşünmesinden daha kolay. Görmeyi beklediğimizi görürüz ve bu her zaman gerçekte olan şey değildir. Asla kağıt oynamamış çocuklar bu testi daima geçer. İnsan daha nelerin farkına varamadığını merak ediyor. Algılamamaya koşullandığından fark etmediği görüntüleri, sesleri…

Önemli olan şu, bu testi bir daha yapsam geçersin. Bir kere siyah kupalar ve kırmızı maçalar olabileceğini fark edince artık onları algılayabilirsin de.

Neil, Interstate 60’a çıkmadan önce Sistem 2’nin kontrol ettiği bir hayatı yaşamaktaydı. Bu hayatta tüm kararları Neil’in deneyimleriyle gelişen Sistem 2 vermekteydi. Ta ki, Ray ona Sistem 1’in kapılarını açana kadar. İşte o andan sonra Neil, her şeyin mümkün olduğu Interstate 60’ta buldu kendini. Her şeyi olduğu gibi, yani daha önce hiç görmediği gibi görmeye başladı.

Salinger’in Zen bakış açısının en yoğun hissedildiği öyküsü Teddy’de, Teddy ile Nicholsan arasında şöyle bir diyalog geçer:

TEDDY: (Nicholsan’ın kolunu işaret eder) Buna ne dersiniz?

NICHOLSAN: Ne demek yani? Kolum işte. Bir kol alt tarafı.

TEDDY: Öyle olduğunu nereden biliyorsunuz? Ona kol denildiğini biliyorsunuz, ama onun kol olduğunu nereden bilebilirsiniz? Elinizde herhangi bir kanıt var mı?

NICHOLSAN: Bir kol işte, Tanrı aşkına, bir kol da ondan. Bir kere diğer nesnelerden ayırt edilebilmesi için öyle adlandırılmış sadece.

TEDDY: Bakın işte mantıklı oluyorsunuz. Bana alışılmış, akıllı uslu bir yanıt verdiniz. Size yardım etmeye çalışıyordum. Bana canım istediği zaman, sınırlı boyutların dışına nasıl çıkabildiğimi sormuştunuz ya. Bunu yaparken tabii ki mantık kullanmıyorum. Kendimizi kurtarmamız gereken ilk şey mantıktır.

TEDDY: Adem’in cennette yediği o elmayı bilirsiniz, Kutsal Kitap’ta geçer. O elmada ne vardı biliyor musunuz? Mantık. Mantık ve akıl işleri. Elmanın içindekiler sadece bunlardı. İşte -diyeceğim şu ki- her şeyi olduğu gibi, gerçekten görmek istiyorsanız, aklı-mantığı kusup çıkaracaksınız içinizden.

Salinger, şeyleri oldukları gibi görmemiz için aklı mantığı aradan çıkarmamızı söylüyor. Yani akıl ve mantık aradan çıktığında elimizde ne kalıyorsa ancak onun sayesinde şeyleri oldukları gibi görebileceğiz.

Exupery, Küçük Prens’te ne diyordu?

Vereceğim sır çok basit. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman doğruyu görebilir. Gerçeğin mayası gözle görülmez.

Tilki

Exupery bu ifadeyi okuyucuya romantik gelmesi için ya da paylaşıldığında çok fazla like alması için değil; gerçekten de insanların “şeyleri oldukları gibi” görebilmelerinin tek yolunun bu olduğuna inandığı için kullanmış.

Yakınsak Düşünme

Şimdi yakınsak düşünmeye geçebiliriz. Yakınsak düşünmeyi ölçmek için Uzak Alaka Testi (RAT: Remote Associates Test) yapılıyor. İşte şimdi istismar edebileceğimiz kısım geliyor. Bu testle, alkolün geçici olarak bilişsel kontrolümüzü devre dışı bırakmasının yanında, çeşitli yaratıcılık alanlarında fayda sağladığını da görüyoruz.

Deneklere birbiriyle alakasız 3 sözcük veriliyor. Deneklerden bu 3 alakasız sözcüğü birbirine bağlayan dördüncü bir sözcük bulmaları isteniyor. Bu test, “yakınsak düşünmeyi” (convergent thinking) ölçüyor. Bu, Sistem 2’nin yoğun olarak kullanıldığı bir düşünmedir.

Deneklerin o dördüncü kelimeyi bulamadıklarında artık yakınsak düşünmeyi bırakıp, ıraksak düşünmeye kendilerini zorlamaları gerekmektedir. Yani artık Sistem 2’yi bırakmaları gerekmektedir. Ya da akıllarıyla düşünmeyi bırakmaları…

Deneyde araştırmacılar, alkolün etkisini ölçüyor. Kanında ortalama bir oranda (0,075) alkol olanlar, ayık olanlara göre bu testte daha başarılı oluyor. Yani alkol, Sistem 2’yi devre dışı bırakıyor ve görevi Sistem 1’e veriyor. Bağ kurma konusunda inanılmaz yetenekleri olan Sistem 1 de işini yapıyor.

Alkol sayesinde bizi zehirleyen Sistem 2’yi devre dışı bırakıp, Sistem 1’i hakim kılabiliyoruz. 

CENNET VE CEHENNEM

Taoizm’in bilinen en eski metinlerinden Chuang Tzu’nun Kitabı’nda vücudumuzun akıl olmayan kısmına ne deniyor biliyor musunuz? “Heavenly Body” yani “İlahi Vücut” yani “Cennete Ait Vücut”.

Şimdi cennet ve cehennem kavramlarını düşünelim. İlahi dinlerde karşımıza çıkan cehennem tasvirlerinde hep aynı şeyi görürüz. İnsanlar yaptıkları kötülüklerin cezasını cehennemde yanarak öderler. Hatta bazılarında bu şekilde cennete girebiliriz. Yanmak cennete girebilmemiz için bir ön koşuldur. Ama neden yanmak?

Belki de cennete girebilmek için cennete ait olmayan kısımlarımızdan cehennemde kurtulmamız gerekmektedir. Belki de yanmak, vücudumuzdaki bir şeylerin etkisini kaybetmesi için kullanılan bir metafordur. Belki de yanarak Chuang Tzu’nun bahsettiği vücudumuzun cennete ait olmayan yani akıl olan yerlerinden kurtuluyoruz. Aynen sarhoşken kurtulduğumuz bilişsel kontrolümüz gibi. Belki de yanarak yok olan kısmımız Kahneman’ın Sistem 2’si yani gelen WhatsApp mesajına, onu ölçüp tartıp saatler sonra cevap vermemizi sağlayan sistemimiz. (Ne çok “belki de” dedim.) 

Yani akıl-mantık ya da Sistem 2’yi kusup çıkardığımızda, ondan kurtulduğumuzda, onu yaktığımızda ya da sarhoş olduğumuzda cennetteyiz, Interstate 60’tayız, gerçeğin mayasını ve şeyleri oldukları gibi görebiliyoruz. (Bu arada cennete girebilmemizin yolunun sarhoş olmaktan geçmesi ironik değil mi?)

FİKİR NASIL BULUNUR?

Modern reklamcılığın öncülerinden James Webb Young, 1939 yılında fikir bulma sürecinden bahsettiği A Technique for Producing Ideas isminde bir kitap yazar. Bu kitap reklam sektöründeki yaratıcıların kutsal kitaplarından biridir.

James Webb Young, fikir bulma sürecini 5 aşamaya ayırır.

Birinci Aşama: Hammadde Toplama

Bu aşamada kişi, kendisinden fikir beklenen konuyla ilgili tüm araştırmalarını yapar. Tüm merakını giderir.

İkinci Aşama: Malzemeyi Sindirme (Özümseme)

Bu aşamada kişi, o konuyu evirir çevirir. Onun içinde kaybolur. Ondan fikir çıkarmak için elinden geleni yapar.

Üçüncü Aşama: Bilinçaltı İşleme

Bu aşamada kişi, o konuyla ilgilenmeyi bırakır. Başka bir zihinsel aktiviteye veya uğraşa geçer.

Dördüncü Aşama: Evreka Anı (AHA Moment)

Kişi, başka bir işle meşgulken fikir onu bulur. Öylece, birden bire ortaya çıkar.

Beşinci Aşama: Fikri Gerçeğe Dönüştürme

Bu aşama artık üretim sürecidir.

Burada ilk iki aşama tamamen Sistem 1 için Sistem 2 tarafından yapılan hazırlıktır. Yani evine Sistem 1’i bekleyen Sistem 2, evini temizliyor, pastaları börekleri hazırlıyor.

Yani James Webb Young diyor ki, Sistem 2 Sistem 1’in köpeği olsun. Yani aklı aradan çıkarıyoruz ki, geri kalan kısmımız işini yapabilsin. Çünkü Sistem 1’in bir amacı bir planı yok. Ölçmüyor, biçmiyor. Olduğu gibi görüyor, doğallıkla karşılık veriyor. İşte bu da yaratıcılığın ta kendisi.

Tibet dilinde “yaratıcılık” ya da “yaratıcı” diye bir sözcük yok. En yakın çeviri ise “doğallık”.

Geshe Thupten Jinpa (Dalai Lama’nın Baş İngilizce Çevirmeni)

James Webb Young’un bu aşamalarını günümüz araştırmaları da kanıtlıyor. Kuluçka adı verilen deneylerde, deneklere asli bir görev veriliyor. Sonrasında ise deneye ara veriliyor ve deneklerin başka bir işle dikkatlerinin dağılmaları sağlanıyor.

Asıl görev aklın bir köşesinde yer ettiği sürece, kısa süreli ara seansının problem çözme yeteneğini geliştirdiği ortaya çıkıyor. Aklı aradan çıkardığımızda, onu düşünmediğimizde kontrolü Sistem 1, alıyor ve sıçramasını yapıyor.

TEKNEYİ BOŞALTMAK

Chuang Tzu’nun Kitabı’nda bir tekne hikayesinden bahsedilir.

Gölde teknenizle dolaşırken başka bir teknenin gelip size çarptığını düşünün. Ne yaparsınız? Oldukça sinirlenir, size çarpan tekneyi kullanana söver, hatta bir kavga bile başlatabilirsiniz.

Şimdi olaya bir de şöyle bakın. O tekneyi kullanan kimse olmadığını varsayın. O tekne rüzgarda süzülerek sizinkine çarpmış olsun. Tepkiniz aynı olur muydu? İlk başta biraz şaşırır. Sonra da yolunuza devam ederdiniz değil mi?

Olay değişmemesine rağmen tepkiniz 180 derece değişirdi. Burada boş tekneyi Sistem 1, birisinin sürdüğü tekneyi de Sistem 2 olarak düşünelim.

Sistem 2, yani cennetten kovduran zehir yani aklımız-mantığımız olaya sadece belli bir açıdan bakabiliyor. Olayları olduğu gibi göremiyor. İşte bu yüzden de kavgayı başlatıyor. Hayatımızı mahvediyor. Sistem 1 ise kendini kaptırmıyor, olayları olduğu gibi görüyor, kendini akışa bırakıyor. Cennete yaklaşıyor.

SONUÇ

Bu yazıyı 2016’nın ilk günlerinde yazdığım için bir yeni yıl dileğiyle bitireceğim. Yeni yılda aklınızı bomboş hale getirip, onu çocukça bir kalple doldurun. (An empty mind with a childish heart)

Aklını tüm düşüncelerden temizle ki

Kalbin huzura ersin.

Tao Te Ching – 16. Bölüm

YARARLANDIĞIM KAYNAKLAR

Trying Not To Try  – Edward Slingerland

The Book of Chuang Tzu – Chuang Tzu

Tao Te Ching  – Lao Tzu

Interstate 60   – Bob Gale

The Little Prince  – Exupery

Nine Stories  – Salinger

Thinking Fast and Slow  – Daniel Kahneman

What Dreams May Come  – Vincent Ward (Yazıda kullandığım kapak görseli)

A Technique For Producing Ideas  – James Webb Young

The Way of Zen  – Alan Watts

YORUM YAP

Arayış