TÜM KÖTÜLÜKLERİN ANASI: BEN

Ching adında bir zanaatkar, hükümdar tarafından kraliyet çanlarına ahşap süslemeler yapmakla görevlendirilmiştir. Bir gösteriyle ağaçları oyar ve onlara olağanüstü şekiller verir. Hükümdar o süslemeleri görünce hayranlığını gizleyemez ve Ching’e sorar.

Hükümdar: Bu kadar güzel eserler yapabilmenin sırrı da nedir? Hangi yöntem mümkün kılar bunları?

Ching: Ben sadece kendi halinde bir zanaatkarım. Hangi tekniğe sahip olabilirim ki? Ağaçtan bir çan yapmaya hazır olduğumda, benim için en önemli şey enerjimi tüketmemek oluyor. Bu yüzden ilk olarak zihnimi sakinleştirmek için oruç tutuyorum.

Üç gün oruç tuttuktan sonra, zafer veya övgü konusundaki endişelerim; elde edeceğim unvan ya da kazanacağım para benim için önemini kaybediyor.

5 gün sonra rezil olacağıma dair düşüncelerimi veya alacağım alkışları; yeteneklerimi ya da sakarlıklarımı da kafamdan atıyorum.

Sonunda 7 gün oruç tuttuktan sonra öylesine sakin bir hale geliyorum ki bir vücudum ve 4 uzvum olduğunu bile unutuyorum.

Bu noktadan sonra beni izleyen bir hükümdar ya da gösterimi sergilediğim bir sahne kalmıyor. Tüm enerjim konsantre oluyor ve dikkatimi dağıtan dışarıdaki her şey kayboluyor.

Taoizm’in en eski metinlerinden The Book Of Chuang Tzu’da (Penguin Classics; Loc: 2870; Kindle edition) geçen yukarıdaki hikaye bize oruçtan bahsediyor. Yine The Book of Chuang Tzu’nun farklı bir bölümünde geçen Konfüçyüs ile Yen Hui arasındaki hikaye de oruçla neyin kastedildiğini anlatıyor.

Yen Hui, komşu eyalette halkını ezen, baskıcı bir yönetici olduğunu duyar. O yöneticiye, doğru yolu göstermek için o eyalete gitmeye karar verir. Fakat Konfüçyüs, Yen Hui’nin o eyalete gitmesine izin vermez.

Yen Hui: Aklıma başka bir şey gelmiyor. Söyle, ne yapmalıyım Konfüçyüs?

Konfüçyüs: Git ve oruç tut, sonra ne yapılması gerektiğini sana söyleyeceğim. Ona doğru yolu göstereceğini düşünürken gerçekten de sana birisinin rehber olabileceğini mi düşünüyorsun? Doğru yolu bulduğunu sanan kişiye Cennetin Işığı kılavuzluk edemez.

Yen Hui: Hui’ler fakirdi. Aylarca et yemediğimiz ve şarap içmediğimiz oldu. Oruçla kastettiğin bu mudur?

Konfüçyüs: Bu oruç kurban için tutulur. Zihin orucu değildir.

Yen Hui: O zaman nedir zihin orucu?

Konfüçyüs: Aklın ve kalbin bir bütün olmalı. Kulaklarınla anlamaya çalışma, kalbinle anlamaya çalış.

Hatta kalbinle de anlamaya çalışma, ruhunla anlamaya çalış.

Dinlemek, kulaklarını tıkar. Kalbini doğru olana yönlendir, ama ruhunu tüm samimiyetinle hep açık tut. Ruhun hep açık olsun ki o şey sende yer bulabilsin. O şeyi yani arzu edilen yolu (Tao’yu) ancak boşlukta bulabilirsin. İşte bu boşluk zihnin orucudur.

Yen Hui: Daha önce oruç tuttuğumda Hui olduğumu hissederdim. Ama zihin orucu tuttuğumda ise Hui olmadığımı fark ettim. Bahsettiğin boşluk bu mudur?

Konfüçyüs: Kesinlikle.

(The Book of Chuang Tzu, Loc: 888-894; Kindle edition).

Şimdi Ching ve Yen Hui’nin orucuna dikkatlice bakalım. Ching, üç gün oruç tuttuktan sonra zafer veya övgü; unvan ya da para onun için anlamını yitiriyor. Yani Ching oruç sayesinde “Ben başardım”, “Benim için olağanüstü dediler”, “Bu gösteriden sonra ‘yüce’ unvanını kazandım” ya da “Yaşasın, şu kadar param oldu” gibi cümleler kurmuyor.
5 gün oruç tuttuktan sonra Ching, alacağı alkışları, rezil olabilme ihtimalini, yeteneklerini ya da sakarlıklarını da kafasından atıyor. Yani “O kadar insanın önünde rezil oldum”, “Vay be, ne güzel de alkış alıyorum.”, “Lan, ne şahane bir zanaatkarım ben be, helal olsun bana!” ya da “Lan, amma sakarım ha!” gibi cümleler kurmuyor.
7 gün oruç tuttuktan sonra Ching öyle bir hale geliyor ki kendi varlığını bile unutuyor. Yani ortada Ching diye biri kalmıyor.
Dikkat ettiniz mi yukarıda yazdığım cümlelerin hepsinin bir ortak özelliği var.

“Ben başardım”,
“Benim için olağanüstü dediler”,
“Bu gösteriden sonra ‘yüce’ unvanını kazandım”
“Yaşasın, şu kadar param oldu”
“O kadar insanın önünde rezil oldum”,
“Vay be, ne güzel de alkış alıyorum.”,
“Lan, ne şahane bir zanaatkarım ben be, helal olsun bana!”
“Lan, amma sakarım ha!”

Hepsinin öznesi birinci tekil şahıs. Yani “BEN”. Oruç bir şekilde, Ching’de “ben” düşüncesinin yok olmasına yardımcı oluyor ve hatta Ching’in deyimiyle onun kendini unutmasını sağlıyor: “Sonunda 7 gün oruç tuttuktan sonra, öylesine sakin bir hale geliyorum ki bir vücudum ve 4 uzvum olduğunu bile unutuyorum.”.

Şimdi Yen Hui’nin ne dediğini hatırlayalım.
Yen Hui: Daha önce oruç tuttuğumda Hui olduğumu hissederdim. Ama zihin orucu tuttuğumda ise Hui olmadığımı fark ettim.

Ching ve Yen Hui zihin orucu sayesinde bir boşluğa bürünüyorlar ve bu boşluk onlardaki “Ben” düşüncesinin yok olmasını sağlıyor. “Ben”i yok etmek Ching’in yaptığı işlerin adeta bir sanat eserine dönüşmesini sağlarken Yen Hui’ye de cennetin yol göstermesini sağlıyor.

İYİ DE BEN’İ NEDEN ORTADAN KALDIRMALIYIZ?

Yaklaşık 2300 yıl önce yazılan The Book of Chuang Tzu’daki hikayeler sizi ikna etmediyse, belki pozitif psikoloji üzerine araştırmalar yapan günümüzden bir uzman sizi ikna edebilir. O isim, Mihaly Csikszentmihalyi (soy ismi “chick sent me high” diye okunuyor). Mihaly Csikszentmihalyi, optimum deneyim üzerine araştırmalar yapan ve literatüre “flow” yani “akış” kavramını getiren kişidir.

Optimum deneyimi; yaparken kendimizden geçtiğimiz, varlığımızı unuttuğumuz, dış dünyanın anlamını yitirdiği ve yapıyor olmanın en büyük ödül olduğu anlar olarak tanımlayabiliriz. Mesela Ching’in ağaçları oyarak yaptığı gösteri bir optimum deneyimdir. Ludovico Einaudi’nin Divenire performansı bir optimum deneyimdir.

Şef Emin Güven Yaşlıçam’ın yönettiği herhangi bir konser onun için optimum deneyimdir.

Peki optimum deneyimi yaşamamız şart mı diye sorabilirsiniz. Hayattan alabileceğiniz en büyük keyfi eğer çok önemsemiyorsanız, şart değil diyebilirim. Eğer önemsiyorsanız bu deneyimi yaşayabilmek için yani akışta olabilmek için benliğinizden kurtulmanız şart.
Şimdi Mihaly C.’nin ağzından akışın şartlarını dinleyelim.

“Çalışmalarımız gösteriyor ki bu denli keyif alma olgusu sekiz bileşene sahip.

Birincisi, bu deneyim çoğunlukla karşımıza bizim onu tamamlama şansımız olan bir görev olarak çıkıyor.

İkincisi, yaptığımız şeye odaklanmamız gerekiyor.

Üçüncü ve dördüncüsü; bu görevde konsantrasyon, eğer görev belirli hedefler ve anında geri bildirim taşıyorsa gerçekleşebiliyor.

Beşincisi, kişi derin ve çabasız bir şekilde o şeyin içine giriyor ki günlük yaşamın farkındalığı, endişeleri ve hayal kırıklıkları kayboluyor.

Altıncısı, bu keyif veren deneyim kişinin kendi hareketleri üzerinde kontrol algısını sağlıyor.

Yedincisi, benlik olgusu kayboluyor ama ironik bir şekilde ben algısı akış deneyiminden sonra daha güçlü (kompleks ve zengin) bir şekilde ortaya çıkıyor.

Ve sonuncusu, zaman algısı kayboluyor; saatler dakika gibi geçerken dakikalar saatlere dönüşebiliyor.”

(Flow, Mihaly C., Loc: 1123, HarperCollins e-books; 1st edition, August 18, 2008)

Akış yani optimum deneyimin yedinci bileşeni bize, hayattan bu denli keyif alabilmemiz için benlik düşüncesinden kurtulmamız gerektiğini söylüyor. Eğer benlikten kurtulabilirsek akış deneyimi sonucunda daha zengin, daha kompleks yani kendini geliştirmiş bir ben’le karşılaşacağız.

Charles Bukowski’ nin “Find what you love and let it kill you (sevdiğin şeyi bul ve bırak o seni öldürsün)” sözünü hatırlarsınız. Bu sözü ilk duyduğumda şöyle yorumlamıştım: Sevdiğin o şeyi bul ve o şey seni mahvetsin, bitirsin tüketsin. Seni harap etsin. Seni sefil bir hale getirsin. Ama daha sonra bu sözü yanlış anladığımı fark ettim. “Find what you love and let it kill you.” aslında şu demekti: Sevdiğin o şeyi bul ve o şey “seni” öldürsün, ortada “sen” diye bir şey kalmasın, o şey her neyse -resim, müzik, dans, yazı…- onu yaparken sadece o olsun, sen aradan çık!

Buddha’nın ve daha sonra Hz. Muhammed’in söylediği “Ölmeden önce ölün” sözü de tam olarak bu anlama geliyor. Hepsi de “ben”i öldürmekten bahsediyor.

İlginçtir, Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi de benliğin öldürülmesi gerektiğinin bir şekilde farkına vardı. 2003 yılında Akademi, Oscar kategori isimlerinde önemli bir değişikliğe gitti. “Best Director” (En İyi Yönetmen) gitti, “Best Achievement in Directing” (En İyi Yönetim) geldi; “Best Actress in a Leading Role” (En İyi Kadın Oyuncu) gitti, “Best Performance by an Actress in a Leading Role” (Baş Kadın Rolde En İyi Performans) geldi. Yani Akademi, kategorilerde kişiyi aradan çıkardı; ödülü “eylemin kendisine”, performansa vermeye başladı. Akademi böylece kişileri öldürmüş oldu. Daha doğrusu, işini çok iyi yapan yani kendisini öldüren insanları ödüllendirmeye başladı.

Buda öğretisinin Vissudhimogga’da verilen ünlü özeti şöyledir:

Sadece acı çekmek vardır

Çeken yoktur.

İş vardır yapan değil.

Nirvana vardır, onu arayan kimse yoktur.

Yol vardır

Onu kullanan kimse yoktur.

Alan Watts – Zen Yolu

Sf. 82, Şule Yayınları, 1998

Peki bu benliği nasıl yok edeceğiz? Ching’in orucunu nasıl tutacağız? Yen Hui’nin boşluğuna nasıl erişeceğiz?

DEFAULT MODE NETWORK (DMN)

Biz fiziksel ya da zihinsel bir aktivitede değilken, yani boş boş otururken beynimizin enerji harcayan bir bölümü var. Biz hiçbir şey yapmadığımız halde enerji tüketen bu bölümün adı “Default Mode Network” (DMN) (Varsayılan Mod Ağı). Beyin aktivitelerinde orkestra şefi gibi merkezi bir görevi olan bu bölüm aynı zamanda, beyin korteksini hafıza ve duygular gibi daha derin yapılara bağlıyor. Peki, ne işe yarıyor bu DMN? Ne işe yaradığını anlamak için hangi durumlarda çalıştığına bakalım:

Aklımız başka yere gittiğinde DMN son derece aktif.

Endişelendiğimizde DMN aktif.

Zaman yolculuğu yaptığımızda yani geçmişe dair düşüncelerde ya da geleceğe dair hayaller kurduğumuzda DMN aktif.

Daldığımız anlarda DMN aktif.

Kendimiz hakkında düşündüğümüzde DMN aktif.

İçinde “ben” olan cümleler kurduğumuzda DMN aktif.

“Sen onu boş ver de birazda benden bahsedelim” dediğimizde DMN aktif.

“Ya ben var ya…” diye cümleye başladığımızda DMN aktif.

Ayrı bir “ben” düşüncesinin oluşumunda DMN aktif.

Yani “kendim” düşüncesinin yaratılışında ve egonun oluşmasında DMN son derece aktif.

DMN’ye kısaca “BEN NETWORK’ü” diyebiliriz.

DMN’yi aynı zamanda tahterevallinin bir tarafı olarak da düşünebiliriz. Çünkü dikkat ağı (attentional network) çalıştığında yani fiziksel ya da zihinsel bir işle uğraşırken DMN sessizleşiyor. Yani herhangi bir işle meşgulsek DMN pasifleşiyor. (How to Change Your Mind, Michael Pollan, Chapter Five, Penguin Press, 2018)

DMN’NİN EN ÇOK ÇALIŞTIĞI DURUMLAR

Peki DMN, en çok hangi durumlarda ya da insanlarda aktif?

Kanser Hastaları
Son evreye gelmiş ve ölüm korkusuyla yaşayan kanser hastalarında DMN son derece aktif. Çünkü, bu tür durumdaki hastalar sürekli kendilerine “Bu neden benim başıma geldi?”, “Hayatımın bir anlamı var mı?”, “Neden ben?”, “Benim daha yapacak çok şeyim vardı?” gibi sorular soruyorlar. Dikkat ettiyseniz, bu cümlelerin merkezinde hep “BEN” sözcüğü var.

Depresyon Hastaları
Depresyonda DMN son derece aktif. Depresif hastaların kendilerine sordukları soruları düşünün: “Neden ben?”, “Neden bunlar hep benim başıma geliyor?”, “Bu tür problemleri çözemeyecek kadar aciz miyim?”. Bu soruların merkezinde de yine “BEN” düşüncesi var.

Sigara ve Alkol Bağımlıları
Sigara ve alkol bağımlılarında da DMN son derece aktif. Sigara ve alkol bağımlılarının zihinlerinde neler döndüğünü düşünün: “Bir türlü bırakamadım şunu!”, “Bunu bırakamayacak kadar aciz miyim?”, “Yine başladım işte.” Bu cümlelerin merkezinde de yine “BEN” düşüncesi var.

Dikkat ettiniz mi, çağımızın en büyük problemlerinde yani kanserin, depresyonun ve bağımlılığın merkezinde DMN yani “BEN” düşüncesi var. DMN yani “ben” düşüncesi bu rahatsızlıkların nedeni olmasa da bunların çözülemez bir hale gelmesinde ve büyümesinde son derece aktif rol oynuyor. Peki DMN’yi yani “BEN” düşüncesinin oluştuğu yeri bloke etmek mümkün mü?

DMN’Yİ BLOKE ETMEK

Şimdi DMN’yi bir şekilde bloke ettiğimizi düşünelim. Sizce neler olabilir? İşte olacaklar:

Ayrı bir ben düşüncesi yok olur.

Oksijen tüketimi ve kan akışı düşer, bunlar düştükçe ego düşüncesi ortadan kalkar.

İkilik ortadan kalkar. Yani ben ve onlar, iyi ve kötü, geçmiş ve gelecek gibi düşünceler ortadan kalkar. Kişi, kendini bulunduğu ortamdan, dünyadan ayrı değil de o ortam ya da o dünya olarak görür. Sizce kendisini böyle gören birisi çevreyi yani kendisini kirletebilir mi? Ya da başkasına yani kendisine zarar verebilir mi? Hayır kirletmez ve hayır zarar vermez. Çünkü yaptığı şeyi -o her neyse- kendine yaptığını bilir.

DMN hafızayı ve duyguları bastırdığından DMN’nin bloke olması bastırılmış anıları ve duyguları ortaya çıkarır.

DMN aynı zamanda filtre görevi yaptığından DMN’nin bloke olması beynin daha önce iletişimde olmayan bölgelerinin birbiriyle konuşmasını sağlar. Yaratıcı içgörüler ortaya çıkar, taze bakış açıları belirir, tanıdık şeylere yeni anlamlar yüklenir. Aynı zamana sinestezi yani duyuların yer değiştirmesi de ortaya çıkabilir. Yani bazı kokuları görmek ya da müziği koklamak gibi. (How to Change Your Mind, Michael Pollan, Chapter Five, Penguin Press, 2018)

DMN’Yİ NASIL BLOKE EDEBİLİRİZ?

The Book of Chuang Tzu’da geçen Ching’in hikayesi tam bir DMN’nin bloke edilmesi olayıdır. Ching bunu oruç tutarak yapıyor. Yen Hui hikayesi ise bu orucun zihin orucu olduğunu söylüyor.

The Book of Chuang Tzu’da o bahsedilen orucun, aslında bildiğimiz orucun meditasyonla desteklenmiş hali olduğunu söyleyebilirim. Nereden biliyorum derseniz, günümüz son teknoloji cihazlarıyla yapılan çalışmalar (fMRI ve MEG sonuçları) bize tam olarak neyin DMN’yi bloke ettiğini gösteriyor.

Oruç
Oruç evet bildiğimiz oruç, DMN’nin bloke olmasını sağlıyor ve “BEN” düşüncesini yok etmede yardımcı oluyor. Yıllarca bize oruç tutmamızdaki amacın açın halinden anlamak olduğu öğretildi. Görünen o ki oruç aynı zamanda “BEN”i yani egoyu öldürmeye yardımcı oluyormuş.

Meditasyon
Uzun süre meditasyon yapmak DMN’yi bloke ediyor. Uzun süre meditasyon yapanların meditasyon sırasında beyni incelendiğinde DMN’nin aktifliğinin azaldığı görülüyor.

Nefes Egzersizleri
Nefes egzersizleri DMN’nin bloke olmasını sağlıyor.

İbadet
İbadet ve dua evet ibadet ve dua da DMN’nin pasif hale geçmesini sağlıyor. Kendi acizliğinin farkına varmak, kendinden daha büyük bir güçten yardım istemek görünen o ki egoyu öldürüyor.

Psychedelic
Saygın bilimsel dergilerde yayınlanan araştırmalar gösteriyor ki psychedelic’lerle doktor kontrolünde yapılan seanslar, DMN’nin bloke olmasını sağlıyor.
New York Üniversitesinde doktor kontrolünde psychedelic’lerle yapılan bir araştırma, kanser hastalarının ölüm korkusuyla, depresyonla ve anksiyeteyle baş etmelerinde oldukça başarılı sonuçlar doğurduğunu söylüyor. Araştırmaya göre hastaların yaklaşık %60 ila %80’inde önemli ölçüde gelişme görülüyor. (Rapid and sustained symptom reduction following psilocybin treatment for anxiety and depression in patients with life-threatening cancer: a randomized controlled trial; Stephen Ross)
Alkol ve sigara bağımlılarının bu bağımlılığı yenmesinde de yine araştırma sonuçları doktor kontrolünde yapılan seansların başarılı olduğunu söylüyor. Yapılan bir araştırma, psychedelic seansından 6 ay sonra bile hastaların %80’inin bağımlılıklarından uzak durduğunu söylüyor. (Pilot study of the 5-HT2AR agonist psilocybin in the treatment of tobacco addiction, Johnson MW).
Başka bir araştırma ise doktor kontrolünde yapılan seansın depresyon hastalarında oldukça etkili sonuçlar ortaya çıkardığını söylüyor. Araştırmadan bir hafta sonra katılanların üçte ikisi, depresyondan kurtulduğunu söylüyor. Hatta araştırmayı yapan Carhart Harris’e göre depresyon, aşırı çalışan DMN’nin sonucu. (Psilocybin with psychological support for treatment-resistant depression: an open-label feasibility study. Carhart-Harris)
(How to Change Your Mind, Michael Pollan, Chapter Six, Penguin Press, 2018)

Akış
Akış yani yaparken kendimizden geçtiğimiz, yapıyor olmanın en büyük ödül olduğu anların da ben düşüncesini yok ettiği için DMN’nin etkisini azalttığını söyleyebiliriz.

SON SÖZLER

Öncelikle, çok ilginç değil mi? Bizden binlerce yıl önce yaşamış insanlar, bizim günümüz son teknolojisiyle sahip olabildiğimiz bilgilere o dönemde ve bu teknolojiler olmadan sahip olmaları sizi de şaşırtmıyor mu? Oruç, ibadet, meditasyon ve nefes egzersizlerinin egoyu öldürmeye hizmet etmesi son derece ilginç değil mi?

Bu yazıyı yazarken aklıma bize hep söylenen şu söz geldi: Kendini bul! Bence yapmamız gereken şey bunun tam tersi olmalı. Yani kendimizi kaybetmeliyiz. Daha doğrusu, kendimizi kaybedeceğimiz o şeyi bulmalıyız. Bunu ibadetle, oruçla, meditasyonla, nefes egzersizleriyle ya da yaparken kendimizden geçtiğimiz o şeyi (akışı) bularak yapabiliriz ancak.

O zaman haydi, kaybolun.

* KAPAK FOTOĞRAFI: 23 Aralık 2017 Fazıl Say Konseri

3 Yorum
  • Tugistoteles
    Yanıtla

    Bu yazının içeriğiyle uyumu müthiş.Okurken gerçekten kendimi kaybettim.Teşekkür ederim.

  • Sezgin
    Yanıtla

    Seni çıkar aradan, kalsın seni yaradan.

Yorum Yap

Yazmaya başlayın ve sonrasında enter'ı tuşlayın.