Herhangi bir filmi tekrar izlediğinizde, izlediğiniz film yine o aynı film midir? Bence değildir. Çünkü film aynı olsa da siz farklısınızdır. Ve filmi, onu izleyenden bağımsız düşünmemek gerekir. Hatta her aynı film, kendinizi tanımak için yeni bir fırsattır. Sevdiğiniz filmleri belli aralıklarla tekrar izleyin ve bu izleyişinizde nelere dikkat ettiğinize bir bakın. Umarım, dikkatinizi çeken farklı şeyler bulursunuz. Meet Joe Black filmini yıllar sonra (tam 20 yıl) tekrar izledim. İlk izlediğimde, sadece güzeller güzeli Claire Forlani (filmdeki Susan) dikkatimi çekmişti. Bu izleyişimde ise filmdeki Tasavvuf göndermeleri gözüme çarptı.
BİR DERVİŞ GİBİ DANS ETMEK
Filmin daha başında William Parrish’in (Anthony Hopkins) ile kızı Susan (Claire Forlani) arasında bir diyalog geçer. William’ın kızı Susan’ın sevgilisiyle ilgili şüpheler vardır. William, kızının aşkını sorgular. William’a göre Susan ile sevgilisi Drew’in ilişkisinde heyecan yoktur.
Bir gram heyecan yok sizde. Bir heyecan fısıltısı bile yok. Bir çift fare bile sizden daha çok tutkuya sahiptir. Ben senin süpürülmeni istiyorum. Havalanmanı istiyorum. Coşkuyla şarkı söylemeni ve bir Derviş gibi dans etmeni istiyorum.
William Parish
Burada dikkatimi çeken iki şey var. Birisi “Ben senin süpürülmeni istiyorum” cümlesi. Diğeri de “Derviş gibi dans et” ifadesi. William’ın aynı konuşmada hem “süpürülmek” hem de “derviş” sözcüklerini tesadüfen kullandığını düşünmüyorum. Filmin hemen başındaki bu ifadeler bize, filmin sonrası hakkında çok önemli bir ipucu veriyor. Filmde, bir süpürülmeye ve bir dervişin dansına şahit olacağız.
Süpürülme, temelde bir kuvvetin etkisiyle olduğunuz yerden başka bir yere taşınmadır. Çaresizce sürüklenmedir. Engel olamadığınız bir gücün etkisiyle bir o yana bir bu yana salınmadır. Yani aşktır. William, kızı Susan’ın aşık olmasını istemektedir. Ama nasıl bir aşk? Dervişin dansı gibi bir aşk.
Derviş’i Sufi öğretideki öğretmen ya da rehber olarak düşünebiliriz. Dervişin dansı, “yok olmaktır”. Yani dünyaya ait tüm dertleri unutup yaptığın şeyle bir olmaktır. Herhangi bir dansı düşünün. Dansta bir yere ulaşma amacı yoktur. Dansta, önceki danslarınızı ya da sonra yapabileceğiniz figürleri de düşünmezsiniz. Danstaki tek amaç sadece dans etmektir. Eylemin kendisi yani dans ödüldür.
William’ın “Bir derviş gibi dans et” sözüyle kastettiği şey Susan’ın içinde kendisini kaybettiği bir “aşkı” bulmasıdır. Yani kendisini öldürdüğü bir aşkı.
AŞK KENDİNİ ÖLDÜRMEKTİR
Filmdeki aşkı ayrı ayrı inceleyeceğim.
O kurban bayramıdır, aşık da kurbanlık.
Mesnevi
III. Cilt
3895
Susan’ın Aşkı
Filmi hatırlayalım. Susan, kafede genç bir erkekle tanışıyor. Onunla kısa bir süre flört ediyor ve o erkekten hoşlanıyor. O erkek de Susan’dan hoşlanıyor. Ama o genç erkek maalesef kısa bir süre sonra trafik kazasında ölüyor.
Ölüm ise o erkeğin bedeninde Susan’ın babasının karşısına çıkıyor. Bir akşam yemeğinde karşılaşan Susan ve o erkek yani Joe Black birbirlerinden etkileniyorlar ve Susan, Joe’ya aşık oluyor. Ama Susan aslında Joe Black’e değil, o kafede tanıştığı erkeğe aşık olmuştu.
Filmin sonlarında William’ın doğum günü partisinde, Joe Black ile William’ın diğer kızının kocası Quinc sohbet ediyor. Aşkı konusunda ne yapacağını bilemeyen Joe Black yani ölüm, bir bakıma akıl istiyor. Bu sohbette Quince, bir aşk tanımı yapıyor ve aynı zamanda Joe Black’e ne yapması gerektiğini söylüyor.
Joe Black: Allison seni seviyor değil mi?
Quince: Evet
Joe Black: Nereden biliyorsun bunu?
Quince: Çünkü benimle ilgili en korkunç şeyi biliyor ve yine de beni seviyor.
İşte bu konuşmadan sonra Joe Black, Susan’a kendisinin “ölüm” olduğunu söylemeye karar veriyor. Ama Joe Black bunu sözle değil, hissettirerek yapıyor. Joe Black, Susan’a veda etmek için onun yanına gidiyor. O sırada çift birbirine sarılırken Susan birden kendini geri çekiyor ve büyük bir ürpertiyle Joe’ya bakıp şöyle diyor: Sen başka birisin.
SUSAN: Sen başka birisin.
JOE BLACK: Kim olduğumu sormak istemiyor musun?
SUSAN: Evet ama… Joe, korkuyorum.
JOE BLACK: Öğrenmeye korkuyorsun, ama korkma. Ne olduğumun bir önemi yok. Kim olduğumu biliyorsun.
SUSAN: Sen… Sen… Sen Joe’sun.a
Susan, Joe’nun kafede tanıştığı o erkek olmadığını anlıyor. Hatta yüzündeki korku dolu ifadeden Joe’nun ölüm olduğunu da anladığını görüyoruz. Ama yine de “sen ölümsün” demiyor. “Sen Joe’sun” diyor. Susan bunu diyerek aslında kendisini ölüme teslim ediyor. Susan, onun ölüm olduğunu umursamıyor. Susan, kendisini ölüme götürecek aşkı tadıyor ve yine de kendisini bunun içine atıyor. Aynen üçüncü kelebek gibi.
Bu âlemin insanları bir mumun alevi önündeki üç kelebek gibidir.
İlk kelebek yaklaştı ve dedi ki: “Ben aşkı biliyorum.”
İkincisi kanatlarıyla azıcık aleve dokundu ve dedi ki: “Ben aşk ateşinin nasıl yaktığını biliyorum.”
Üçüncüsü, kendisini alevin kalbine attı ve alev tarafından tüketildi. Hakiki aşkın ne olduğunu sadece o bilir.
Mevlana – Üç Kelebek
Joe’nun Aşkı
Joe yani ölüm, Susan’a aşık oluyor ve giderken onu da yanında götürmek yani Susan’ı da öldürmek istiyor. Bu düşüncesini de William’a söylemekten geri durmuyor.
JOE BLACK: Kızına aşığım ve bu gece onu da yanımda götüreceğim.
WILLIAM: Susan’ı hiçbir yere götüremezsin. Anlaşmamızda bu yoktu.
JOE BLACK: Özür dilerim.
Joe Black, Susan’ın yanına gidiyor ve ona kendisinin ölüm olduğunu hissettiriyor ama onu yanında götürmüyor. Susan’ı öldürmüyor. Onun yerine kendisini öldürüyor. Ve bedenini aldığı kafedeki genci Susan’a geri getiriyor.
JOE BLACK: Her zaman kafede gördüğün şeye sahip olacaksın.
Aşk, kendini öldürmektir ve ölüm bile aşk için kendini öldürüyor. Filmin sonunda Joe Black kayboluyor ve kafedeki genç birden oraya çıkıyor.
ÖLÜM NEDİR?
Ölüm Bir Döngüdür
Hayat ve ölüm döngüsü (bir hayatın ancak başka bir ölümle gerçekleşmesi) neredeyse tüm efsanelerin mitlerin kökeninde var. Yeniden doğum için bir ölüm şarttır. Bir ölüm gerçekleşmeli ki başka bir doğum başlasın. Filmde Susan’ın kafede tanıştığı genç hemen kafeden çıkınca bir trafik kazasında ölüyordu. Bu gencin yeniden doğması için de bir ölüm gerçekleşmeli. Bu ölüm de baba William’ın ölümüyle gerçekleşiyor. Joe Black, William ile doğum günü partisini terk edince kafedeki genç tekrar aynı bedende ortaya çıkıyor.
Kurtarıcı figürünün ölümü ve dirilişi tüm bu efsanelerde ortak bir motif. Mesela mısırın kökeni hikayesinde, hayalinde çocuğa görünen, ona mısır veren ve sonra ölen bu iyi kalpli figür var. Mısır bitkisi onun bedeninden çıkıyor. Hayatın ortaya çıkması için birinin ölmesi gerekiyor. Ölümün doğumu ve doğumun da ölümü meydana getirdiği bu inanılmaz şablonu görmeye başlıyorum. Her neslin bir sonrakine yol açabilmek için ölmesi gerekiyor.
The Power of Myth
Joseph Campbell
Anchor Books (May 18, 2011)
Sayfa: 131
Ölüm Bir Partidir
Tasavvuf’ta ölüm aslında düğün gecesidir ve kutlanması gerekir. Filmde de William’ın ölüm gününün aynı zamanda doğum günü olması ve doğum gününün görülmemiş bir partiyle kutlanması tesadüf değil. Hatta Joe Black’in William’ı yanına aldığı an havai fişeklerin patladığını görüyoruz.
Ölüm Yeni Bir Yolculuktur
Joe Black, William’ın karşısına çıkmadan önce ona bir kalp krizi yaşatıyor. Yani aslında William’ın öleceği doğum günü partisinde de onu bir kalp kriziyle öldürebilir. Ama bunu yapmıyor. Onun yerine onu alıp bir yolculuğa çıkıyor. Çünkü ölüm bir son değil, yeni bir yolculuktur.
NASIL BİR HAYAT?
Joe Black’in yani ölümün tanışmak için William’ı seçmesi tesadüf değil. Çünkü William sevgi dolu aynı zamanda başarılı bir adam. En azından Joe Black ondan böyle bahsediyor. Ama biz Joe Black’in neden William’ı seçtiğini onun doğum gününde anlıyoruz. William, doğum günü konuşmasında şöyle diyor:
Bir geleneği bozacağım ve mumu üflerken dileğimi söyleyeceğim. Benim kadar şanslı bir hayatınız olmasını diledim. Öyle ki bir sabah uyanın ve deyin ki “Başka hiçbir şey istemiyorum”
Joe Black’in yani ölümün William’a hayran olmasını sağlayan şey işte bu bakış açısı. William’ın zenginliği sahip olduğu şirket veya mal mülkte değil. Onu zengin yapan şey, hiçbir şey istememesi. Mevlana, isteksizliği cennete kılavuz olarak görüyor (Mesnevi, Cilt: III, 4467).
İmparatordan daha çok filozof olan Marcus Aurelius ise isteksizliği pratikte uygulamak için şöyle bir öneride bulunuyor: Sahip olmadığınız şeye sanki hiç var olmamış gibi davranın (Meditations, Book: VII)
İstememek mi, daha neler!
“Tamam da bu William denen adam aşırı zengin birisi. Tabii ki o ‘hiçbir şey istemeyin’ diyebilir. Ben de o kadar zengin olsam ben de derim.” diye düşünebiliriz. Ama ben o şekilde düşünmüyorum. Ben, bir şeyi reddetmenin ona sahip olmak olduğunu düşünüyorum. Bir şeyden vazgeçmenin, o şeyin sizin olmasını sağladığını biliyorum. İlişkileri bir düşünün (şaka şaka).
İsteksizlik daha zengin bir dünya sunuyor. Çünkü bir şeyi arzuladığımızı ya da çok istediğimizi bir düşünelim. Onu arzulamak gözümüzün başka hiçbir şey görmemesini sağlayacak. O sırada belki de pek çok fırsatı ya da olasılığı kaçıracağız. Ama ne önemi var, istediğim şey gerçekleşsin bana yeter diyebilirsiniz.
Şimdi de o şeye sahip olduğumuzu düşünelim. Ne olacak bu durumda? Önce o şeye alışacağız, onu kanıksayacağız, bu şey bizim sanki hep olan bir gerçekliğimize dönüşecek. Ve bir noktadan sonra her şey eskisi gibi olacak. Bu duruma hedonic treadmill deniyor. Hatta size çok ilginç bir araştırmadan bahsedeyim:
Bir araba kazasında felç olan birisiyle, piyangodan büyük ikramiye kazanan birisini düşünün. Eminim, ikisinin de bir sene sonraki mutluluk seviyelerinin aynı olması size garip gelecektir. Ama bir araştırma gösteriyor ki bu iki kişi, bir sene sonra neredeyse eşit derecede mutlu (Dan Gilbert. The Surprising Science of Happiness. 2004).
Büyük ikramiyeyi kazanan kişi ilk başta aşırı mutlu olmasına rağmen zamanla bu duruma alışıyor, onu kanıksıyor. Felç geçiren kişi de ilk başta oldukça mutsuz oluyor, sonra bu durum onun gerçeği oluyor ve bunu kabulleniyor. Sonuçta bu iki kişi de bir yıl sonunda eşit derece mutlu oluyor.
İsteğimiz gerçekleşse de gerçekleşmese de bir süre sonra aynı hale dönüyoruz. O zaman istemenin anlamı ne? İstemenin bizi kör etmesinin, diğer pek çok şeyi görmemizi engellemesinin anlamı ne?
KISACA
Joe Black, yönetmen Martin Brest’in aşk ve ölümü anlamaya çalıştığı filmdir. Martin Brest, aşk ve ölümü Tasavvuf’la anlamayı denemiştir. Film göre aşk, kendini öldürmektir. Ölüm ise başka bir yolculuktur. Ve ölümün size hayran olmasını istiyorsanız her güne şu cümleyle başlayın: “Başka hiçbir şey istemiyorum”.
Tam da annemin vefat yıldönümünde sevdiğim bu filmle alakalı harika yazınızın maili önüme düştü ve okudum. Hayatımızın dönüm noktalarına genelde bir tesirimiz olmaz. Bu hayatın sürprizlerle dolu oluşu da onu çekici kılıyor. Eğer sonu olmasaydı, kanıksadığımız için değerli de gelmeyecekti fakat aldığımız her nefes de bir mucize. Ölüm var evet fakat yaşamak da var. Dervişane danslarımız daim olsun. Var olun.
Teşekkürler.
Film 1934 yapımı “Death takes a holiday”‘in yeniden yorumlanıp çekilmişi. Oda italyan yazar Alberto Casella’nın “La Morte in Vacanza” adli opera/tiyatrosundan uyarlamadir. Aşk ve ölüm üzerine düşündüren güzel eserler.
Teşekkürler.