Size büyü yaptılar ve çok yaşlandınız. Artık burada kalamazsınız. Gitmeniz lazım. Belki de lanetlendiniz. Laneti çözmek için şehirden ayrılmanız gerekiyor. Ya da bir balıksınız ve insan olmak istiyorsunuz. Suyu terk etmeniz lazım. Belki de 13 yaşında bir cadısınız. Ve cadılar 13 yaşına geldiğinde evden ayrılmak zorunda. Veya ortada hiçbir neden yokken başka bir şehre taşınıyorsunuz. Eğer böyle bir şey yaşıyorsanız, o zaman siz bir Miyazaki karakteri olabilirsiniz. Çünkü neredeyse her Miyazaki filmi, kahramanın bir yolculuğa çıkmasıyla başlıyor.
Ben de bu yazıda bir yolculuğa çıkıyorum. Miyazaki’nin anlam arayışı yolculuğuna… Yazıda, filmlerden bahsederken filmlerdeki pek çok sürprize de yer verdim. Ama bunun bir önemi yok. Çünkü filmleri izlememiş olsanız da bu yazıyı gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Çünkü Miyazaki filmlerinin en büyük sürprizi, sizi çıkardığı yolculuk. Ve o yolculuğa bu yazıyı okuduktan sonra çıkarsanız, belki o yolculuk size daha anlamlı gelebilir. En azından bu yazıda yapmaya çalıştığım şey bu.
İNSAN YOLDA GEREK
Yaşadığınız, ait olduğunuz yerden ya da evinizden ayrılmak Miyazaki filmlerinin merkezindedir. Bu ayrılış için için bazen bir neden gerekir. Örneğin Prenses Mononoke’de Ashitaka’yı lanetli bir domuz zehirler. O da panzehri bulmak için köyünden ayrılmak zorunda kalır.
Kiki’s Delivery Service’te (Küçük Cadı Kiki’de) ise Kiki bir cadıdır. Ve cadılar 13 yaşına geldiğinde bağımsız yaşamak zorunda olduğu için film Kiki’nin, ailesinin yanından ayrılmasıyla başlar.
My Neighboor Totoro (Komşum Totoro) ve Spirited Away’de (Ruhların Kaçışı’nda) ise film bir taşınmayla başlar. Ve karakterlerin neden taşındıklarını bilmeyiz.
Evden ayrılmak için bazen de illa bir neden gerekmez. Küçük Deniz Kızı Ponyo’da olduğu gibi deniz, sizi bir şekilde bir kıyıya sürükler.
Bazense ayrılmak sizin tercihinizdir. Örneğin Howl’s Moving Castle’da (Yürüyen Şato’da) olduğu gibi. Sophie, cadı tarafından bir büyüye maruz kalınca çok yaşlanır. Yaşlı bir şekilde yaşadığı yerde görünmek istemez ve oradan ayrılır.
Miyazaki’ye göre her yolculuk, siz farkında olmasanız da sizin için bir amaç taşır. Ve bu amaç, sizin dünyadaki varlık sebebinizi yani hayatın sizin için ne anlam ifade ettiğini bulmanızdır.
Peki Miyazaki için insanın varlık sebebi yani bu hayattaki anlamı nedir?
MİYAZAKİ’NİN ANLAMI
I. YETENEĞİNİ KULLAN
Miyazaki sinemasına göre hepimiz, dünyaya bir yetenekle geliriz. Ve dünyaya gelme sebebimiz de sahip olduğumuz bu yeteneği ortaya çıkarmaktır. Örneğin Kiki’s Delivery Service’te (Küçük Cadı Kiki’de) Kiki, bir cadı olduğu için son derece kolayca uçabilmektedir. Süpürgesine atlaması yeterlidir. Ama bir gün, uçma yeteneğini kaybeder. Uçmaya çalışırken süpürgesi de kırılınca kendine yeni bir süpürge yapmaya başlar. O sırada Kiki’nin ormanda tanıştığı ressam arkadaşıyla aralarında şu diyalog geçer:
Kiki: Dünyanın en normal şeyiymiş gibi uçabiliyordum. Ama şimdi, nasıl yaptığımı bile hatırlamıyorum.
Ressam: Belki de çok üstüne düşüyorsun. Belki de ara vermen lazım.
Kiki: Ama ya uçamazsam?
Ressam: Denemeyi bırak. Yürüyüş yap, manzarayı izle, öğle uykularına yat. Birdenbire yeniden uçacaksın.
Miyazaki’ye göre eğer bir yeteneğiniz varsa, onu sırf bu yetenek sizde var diye kullanamazsınız. Kiki, sırf bir cadı olduğu için ya da uçmak istediği için uçamaz. Peki yeteneğini kullanabilmesi, tekrar uçabilmesi için ne yapmalı?
Ressam: Senin yaşındayken ressam olmaya karar vermiştim. Resim yapmayı çok severdim, uykumda bile resim yapardım. Bir gün, durup dururken resim yeteneğim gitti. Resme devam ettim, ama güzel olmadı. Bir yerlerde gördüğüm resimlerin kopyalarıydı hepsi. Hem de kötü kopyalar. Yeteneğimi kaybetmiş gibiydim.
Kiki: Aynı benim gibi.
Ressam: Aynen öyle, ama sonra cevabı buldum. Resmin benim için anlamını çözmemiştim. Tarzımı bulmamıştım. Uçmak için büyü mü kullanıyorsun?
Kiki: Ruhumdan güç alıyorum.
Ressam: Ruha güvenmek, işte ben de bundan bahsediyorum. Aynı ruh bana resim yaptırıyor. Arkadaşına da kek… Bazen ilhamın gelmesini beklemek gerek. Çok kolay olmuyor tabii.
Kiki: Bunu neden yapmak istediğimi çok da düşünmedim galiba. Eğitime falan çok kaptırdım kendimi. Benim de ilhamımı bulmam lazım.
Kiki’nin tekrar uçabilmesi için ilhamını bulması gerekiyordu. Çünkü Miyazaki’ye göre, sahip olduğumuz yeteneği kullanmak için bir ilhama yani bir “nedene” ihtiyacımız var. Peki bu “neden” ne? Sizden daha büyük bir amaca hizmet eden bir sebep olması yeterli.
Filmin sonlarına doğru Kiki, arkadaşı Tombo’nun tehlikede olduğunu görüyor. Tombo, arızalanan bir zeplinin içinde havada süzülmektedir. Ve düşmemek için de zeplinin ucuna tutunuyor. Ama zeplin de saat kulesine çarpmak üzeredir.
Kiki’nin Tombo’yu kurtarması için uçması gerekir. Ama yeteneğini kaybetmiştir, nasıl uçabilir ki? Üstelik, süpürgesi kırılmış ve kendisine yeni bir süpürge yapamamıştır henüz.
Kiki o sırada, yoldan gördüğü bir çöpçünün süpürgesini alır. Onunla uçmaya başlar. Çünkü, uçmak için süpürgeye ihtiyacı yoktur. Sadece bir nedene ihtiyacı vardır. Arkadaşını kurtarmak da çok iyi bir nedendir.
Miyazaki’ye göre her birimizin bir yeteneği var. Ve bu yetenek ancak onu bizden daha büyük bir amaç için kullandığımızda ortaya çıkabilir.
II. YARDIM ET
Miyazaki filmlerinde, ihtiyacı olana yardım etme kavramı o kadar merkezdedir ki kahramanlar düşmanlarına bile yardım eder.
Örneğin Howl’s Moving Castle’da (Yürüyen Şato’da) Sophie bir büyücü tarafından yaşlı bir kadına dönüştürülür. Sophie, yaşlı bir kadın olarak hayatına devam eder. Günün birinde kral, tüm büyücüleri saraya davet eder. Howl’u temsilen de Sophie gider. Sophie orada, kendisini yaşlı bir kadına dönüştüren büyücüyü de görür. Fakat çok geçmeden, sarayın davetinin bir tuzak olduğu anlaşılır. Sarayın büyücüsü Suliman, Howl’u yakalamak için düzenlemiştir bu daveti. Sophie, bunun bir tuzak olduğunu anlayınca oradan kaçması gerekir. Ama kaçarken diğer büyücüyü de yanına alır. Yani kendisini yaşlıya çeviren kadını. Hatta o büyücünün bakımını da üstlenir ve Howl’un şatosunda ona bakar.
Nausicaä of the Valley of the Wind (Rüzgarlı Vadi’de) Nausicaa, prenses Kushana’nın önderlik ettiği Tolmek halkı tarafından rehin alınır. Fakat başka bir topluluk olan Pejiteliler, Tolmeklilere saldırdığında Nausicaa, kendisini kaçıran Kushana’yı kurtarır.
Nausicaa aynı zamanda, çürüten denizin içine daldığında, bir yaratık tarafından saldırıya uğrayan Pejiteli Asbel’i de kurtarır.
Nausicaa, kimin yardıma ihtiyacı varsa onun yanındadır. Bu, düşmanı olsa bile değişmez.
Porco Rosso’da (Kırmızı Kanatlar’da) bir pilot olan Porco, ezeli düşmanı Amerikalı Curtis’le düelloya kalkışır. İki pilot, gökyüzünde birbirini alt etmeye çalışır. Fakat Porco, düşmanı Curtis’i defalarca vurma şansı yakalar, ama hiçbirinde ona ateş etmez. Çünkü Porco, katil değildir.
Prenses Mononoke’de Ashitaka, lanetlenmiş bir domuz tarafından saldırıya uğrar ve koluna, onun zehri bulaşır. Ashitaka, panzehri bulmak için ormana doğru yolculuğa çıkar. Ormanda ilerlerken kurtların saldırısı sonucu yaralanmış köylülerle karşılaşır. Ashitaka, o yaralı köylüleri gördüğü an, yolculuğunun amacının onları sağ salim evlerine götürmek olduğunu anlar.
Prenses Mononoke, Ormanın Ruhu’nu korumak isteyenlerle ormanı kendi çıkarı için kirletenlerin savaşıdır aslında. Ormanda kurtlar tarafından yetiştirilen ve Ormanın Ruhu’nu koruyan Mononoke ile ormandaki madenlerden demir üreten ve ormanı kirleten Demir Şehri’nin lideri Leydi Eboshi’yi savaşırken görürüz. Ashitaka, onları görünce, birinin kazanması için diğerine yardım etmez. Ashitaka, sadece kavganın bitmesini sağlar. Aslında her iki tarafa da yardım eder.
Başka bir sahnede ise Leydi Eboshi, bir geyikte hayat bulan Ormanın Ruhu’nu öldürmeye çalışır. Fakat Ashitaka, Ormanın Ruhu’nun zarar görmesini engellemek ister. Ama Eboshi’ye de zarar gelmesini istemez. Çünkü Eboshi’nin yaşayıp doğru yolu kendisinin bulması gerekir. Çünkü Leydi Eboshi şimdi ölürse, asla doğru yolu bulamaz.
Miyazaki’ye göre yardım etmek için buradayız. Kime mi? İhtiyacı olduğu sürece herkese… Dost, düşman ayırmadan…
III. RUHUNA LAYIK OL
Prenses Mononoke, Ashitaka’nın lanetli bir domuz tarafından zehirlenmesiyle başlar. Bu domuz, aslında ormanda yaşayan ve ormanı korumak isteyen domuz sürüsünün lideriydi. Fakat, ormanı sömüren ve madenlerde demir üreten Demir Şehri’nin lideri Leydi Eboshi, kendisine engel olarak gördüğü domuzları katleder. Ashitaka’ya saldıran bu lanetli domuz da aslında Leydi Eboshi’nin kurşununu yediği için zehirlenmişti. Domuzun içindeki nefret ve intikam duygusu da onu lanetli bir domuza yani iblise çevirmişti.
Prenses Mononoke’de filmin sonlarına doğru bir keşişin, Ormanın Ruhu’nu öldürmek istediğini anlıyoruz. Çünkü, yerel inanışa göre Ormanın Ruhu’nun kafasını taşıyan, aynı zaman da ölümsüzlüğe de kavuşuyordu. Keşişe, Demir Şehri’nin lideri Leydi Eboshi de yardım eder ve birlikte Ormanın Ruhu’nu öldürürler. Ama, Ormanının Ruhu’nu öldürdüklerinde durum pek de düşündükleri gibi gitmez. Ormanın Ruhu, ormana saldırmaya başlar. Yani herkesin içinde bulunduğu o ormana.
Aslında burada Ormanın Ruhu ya da doğanın, kişinin sevgi dolu ruhu olduğunu söyleyebiliriz. İçinize nefret ya da intikam düşüncesi girerse -aynen domuzda olduğu gibi- başkalarına saldırırsınız. İçinize açgözlülük girerse de -aynen keşiş ve Leydi Eboshi’de olduğu gibi- ormana yani kendi ruhunuza saldırırsınız. Kendi ruhunuzla savaştığınızda ise kazanan olmaz. Aynen, keşişin ölümsüzlüğü elde etmek için Ormanının Ruhu’nun kafasını ele geçirmesine rağmen, Ormanın Ruhu’nun herkesin içinde yaşadığı ormana saldırması gibi.
Miyazaki’ye göre nefret ve açgözlülük bizim ruhumuza aykırıdır. Ve bizi iblise çevirir. Nefret, başkalarına saldırmamıza neden olurken açgözlülük de kendi doğamıza saldırmanıza yol açar. Her iki durumda da kazanan olmaz.
IV. GÖSTER SEVGİNİ
“Miyazaki filmlerinin kazananı kimdir?” diye sorarsanız cevabım, sevgisini gösterenler olacaktır. Peki, sevgiyi göstermek ne kazandırıyor?
Sevmek gençleştirir.
Howl’s Moving Castle’da (Yürüyen Şato’da) Sophie, filmin başında bir büyücü tarafından lanetlenir ve büyü sonucu yaşlı bir kadına dönüştürülür. Sophie, 20’li yaşlarında olmasına rağmen, hayatına 70 yaşında bir kadın olarak devam etmek zorunda kalır. Filmin ortalarında yaşlı Sophie’yi sarayın büyücüsü Suliman’ın yanında görürüz. Sophie, Suliman’la konuşurken Howl’dan bahsetmeye ve Howl’u korumaya başlar. Farkında olmadan Howl’u ne kadar çok sevdiğini anlatır. Sophie’nin Howl’a olan sevgisini ifade etmesi büyüyü bozar ve Sophie gençleşmeye başlar. Sevgisini ifade etmek, Sophie’yi gençleştirir. Sophie, büyüden önceki genç haline döner. Yani 20’li yaşlarına…
Ama Sophie sözlerini bitirince, yani Howl’dan bahsetmeyi bırakınca, tekrar eski yaşlı haline döner.
Filmin başka bir sahnesinde ise Howl ve yaşlı Sophie’yi Howl’un şatosunda görürüz. Bir büyücü olan Howl, Sophie’ye sürpriz yapar ve şatoyu bir eve dönüştürür. Bu ev Sophie’ye tanıdık gelir. Çünkü bu ev, Sophie’nin bir cadı tarafından yaşlı bir kadına dönüştürülmeden önce yaşadığı evdir. Yaşlı Sophie, kendi evini gördüğünde yine gençleşmeye başlar. Howl’un Sophie’ye böyle bir sürpriz yapması, ona sevgisini göstermesi yani Sophie’nin sevildiğini hissetmesi de onu gençleştirir. Ama bu dönüşüm, diğeri kadar etkili değildir. Sophie, sevgisini ifade ettiği andaki kadar gençleşmez. Yine de gençtir ama.
İlginç bir şekilde Sophie, en genç haline kendi sevgisini ifade ettiğinde bürünür.
Miyazaki, sevmek ve sevilmek arasında burada bir ayrım yapıyor. Ve sevmeyi yüceltiyor. Sevmek, sevilmekten daha çok gençleştiriyor insanı.
Sevmek sihirdir.
Küçük Deniz Kızı Ponyo’da, bir balık olan Ponyo, sihir yaparak birçok problemi çözebilmektedir. Örneğin, oyuncak bir kayığı dev bir tekneye çevirebilmektedir. Ya da ağlayan bir çocuğu tek bir hareketiyle susturabilmektedir. Filmde insana dönüşen Ponyo’nun sihir yaparken balığa dönüştüğünü görürüz. Örneğin ağlayan çocuğu sustururken ya da oyuncak tekneyi büyüttüğü sırada balığa dönüşür.
Ama sevdiği kişi olan Sosuke’nin yanında olmak için de insan olması gerekir. Ponyo sonunda, tüm bu sihir gücünden Sosuke için vazgeçer. Ve insan olmayı seçer.
Çünkü Miyazaki’ye göre aşk en büyük sihirdir, diğer tüm sihirlerden vazgeçirecek güçtedir.
Sevmek, sana kim olduğunu hatırlatır.
Spirited Away’de (Ruhların Kaçışı’nda) Chihiro, diğer dünyaya geçiş yaptığında ismini unutur. Ve ona, cadı tarafından yeni bir isim verilir. Çünkü bu dünyadaki herkesin ismi, cadı tarafından çalınmıştır. Chihiro’nun yeni ismi de “Sen” olur.
“Sen”, sevdiği kişiyi yani Haku’yu düşündükçe kendi ismini de hatırlar. Ve Haku’ya da kendi ismini hatırlatan “Sen” olur.
Miyazaki’ye göre seversen, kim olduğunu da hatırlarsın.
MİYAZAKİ GİBİ DÜŞÜNMEK
SONSUZLUK FİKRİ
Miyazaki filmlerinde dikkat ettiğim diğer bir şey de Zen Budizm’deki “samsara” düşüncesinin filmlere hakim olması. Samsara’yı doğum ve ölümlerden oluşan yaşam döngüsü şeklinde tanımlayabiliriz. Peki ama nasıl bir döngü?
Öncelikle samsara, reenkarnasyon gibi düşünmemek lazım. Çünkü reenkarnasyon’da kişinin bireysel ruhu, o öldükten sonra yeni bir bedende tekrar hayat buluyor. Oysa Samsara’yı, tek bir özün yani tek bir ruhun; yaşamı deneyimlemesi olarak görmek gerek. Yani aynı ruh ya da aynı öz, yaşamı bizler aracılığıyla sürekli deneyimliyor.
Konuyu daha iyi açıklayabilmek için okyanus-dalga örneğini vereceğim. Yükselen dalgaya doğum, alçalan dalgaya da ölüm diyelim. Dalganın yükselmesiyle ben doğuyorum, alçalmasıyla da ben ölüyorum. Fakat ben ayrı, bağımsız, tek başına hareket edebilen bir dalga mıyım? Hayır, ben okyanusun hareketiyim. Aynen senin gibi. Senin hayatın da başka bir dalga.
Her birimizin içinde yer alan bu öz yani okyanus da dalgalar ile hayatı deneyimliyor. Okyanusun, tüm bu dalgalarıyla yükselip alçaldığı döngüye de samsara diyoruz.
Bu bakış açısı bizim bu topraklara çok da yabancı değil aslında. Aynı düşünceye Kul Nesimi’nin Haydar Haydar adlı eserinde de rastlarız.
Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim alemi
Kâh inerim yeryüzüne seyreder alem beni
Haydar Haydar – Kul Nesimi
Bu dizelerdeki özne, hepimizin içinde yer alan ve benim öz diye ifade ettiğim şey. Bu öz, bir kuş aracılığıyla gökyüzüne çıkıp alemi seyrediyor. Aynı zaman da yeryüzündeki bir insan aracılığıyla da seyrediliyor. Peki bu samsara düşüncesi yani sonsuzluk fikri, Miyazaki’de nasıl yer buluyor?
ÖZ’E AŞIK OLMAK
Spirited Away’de (Ruhların Kaçışı’nda) Chihiro, küçükken nehre düştüğünü ve o nehrin adının da Kohaku olduğunu hatırlar. O sırada Haku da aslında o nehrin kendisi olduğunu hatırlar. Haku, Kohaku Nehri’dir. Chihiro’nun Haku’ya aşık olduğunu düşünürsek Chihiro aslında düştüğü nehre aşıktır. Nehrin bir insanda yani Haku’da vücut bulmasını da sonsuzluğun bir bedende vücut bulması olarak düşünebiliriz. Buradan hareketle Miyazaki’nin Mevlana gibi düşündüğünü söyleyebiliriz.
Güneşin ziyası duvara vurdu, duvar kendinden olmayan bir parlaklık, bir ziya elde etti.
Ey temiz ve saf kişi, neden bir kerpice gönül veriyorsun? Ebedi olan bir Asıl’ı iste.
Mesnevi; II: 708-709
Chihiro da surete değil, Öz’e aşıktır. Yani Haku’ya değil, ebedi olan Asıl’a -Kohaku Nehri’ne- aşıktır.
ELBET BİR GÜN KARŞILAŞACAĞIZ
Spirited Away’de (Ruhların Kaçışı’nda) Chihiro, Haku’dan ayrılmak zorunda kalır. Çünkü, Chihiro kendi dünyasına dönmek zorundadır. Bu sırada Haku ile Chihiro arasında şöyle bir diyalog geçer:
Chihiro: Tekrar karşılaşacak mıyız bir gün?
Haku: Elbette karşılaşacağız.
Chihiro: Söz mü?
Haku: Söz.
Lupin III: The Castle of Cagliostro’da (Kagliostro’nun Şatosu’nda) Lupin, Clarisse’den ayrılmak zorunda kalır. Çünkü Lupin bir hırsızdır ve polis onun peşindedir. O sırada Lupin’in ayrılışını izleyen Clarisse yanındaki bahçıvana şöyle der:
Clarisse: Lupin’i uzun zamandır tanıyormuş gibi hissediyorum. Eminim. Eminim bir güne yine karşılaşacağız.
Howl’s Moving Castle’da (Yürüyen Şato’da) Sophie’yi filmin sonlarına doğru Howl’un çocukluğundaki bir anda görürüz. Bu an, Howl’un kendi kalbini Calcifer’e yani Ateş İblisi’ne verdiği andır. O sırada Sophie, Howl’a şunları söyler:
Sophie: Beni gelecekte bul.
Howl’un Yürüyen Şato’sunu yürüten şey, şatonun kazan dairesindeki ateşin içindeki kalptir. Yani Howl’un şatosu Howl’un kalbi sayesinde yürümektedir. Nereye mi? Sophie’ye.
Peki Chihiro, Haku’ya; Sophie, Howl’a ve Lupin de Clarissa’ya nasıl kavuşacaktır Sophie ve Howl, aynı hikayede yani Howl’s Moving Castle’da birbirlerine kavuşurlar. Ama Chihiro’nun Haku’yla ve Lupin’in Clarisse ile kavuşması ise başka bir hikayededir. Hatta başka vücutlar aracılığıyla gerçekleşir. Nasıl mı?
Yukarıda bahsettiğimi samsara düşüncesini hatırlıyorsunuz değil mi? Sonsuz yaşam döngüsü. Aynı Öz’ün, bizler aracılığıyla dansı yani. Okyanusun dalgalar aracılığıyla hareketi.
Lupin ve Clarissa, bu hayatta karşılaşamayacak olsalar bile başka bir hayatta Lupin ve Clarissa olmayarak karşılaşacaklar. Çünkü Lupin ve Clarissa’nın ya da Haku ve Chihiro’nun içindeki öz, diğer herkeste olan özle aynı. Başka bir zamanda gerçekleşecek herhangi iki kişinin karşılaşması da aslında, Lupin ve Clarisse’in ve Haku ve Chihiro’nu karşılaşması. Yani, her birimizin içinde bulunan aynı özün başka insanlar aracılığıyla kendisiyle karşılaşması.
Peki Miyazaki, bu karşılaşmayı gerçekleştiriyor mu? Miyazaki tüm karakterlerini, içinde hiçbir sihrin, büyünün ya da doğa üstü bir karakterin olmadığı 2013 yapımı son filminde The Wind Rises’ta (Rüzgar Yükseliyor’da) bir araya getiriyor.
Filmin kahramanları Jiro ve Nahoko bir tren yolculuğunda ilk kez karşılaşırlar. Jiro’nun şapkası, rüzgarın etkisiyle uçar. Nahoko da şapkayı yakalayıp Jiro’ya verir.
Bu ilk karşılaşma sırasında pek bir şey yaşanmaz. Fakat bulundukları tren, şehre varmadan hemen önce şehirde bir deprem olur. Tren rayından çıkar. Herkes oradan uzaklaşmaya çalışırken Jiro, Nahoko’yu görür. Nahoko’nun arkadaşı yaralanmıştır. Jiro, hemen ona yardım eder. Kırık olan ayağına destek olması için cetvelini verir. Aynı zamanda gömleğiyle de su taşır.
Nahoko da daha sonra cetvel ve gömleği teşekkür amaçlı Jiro’nun üniversite yurduna bırakır. Bunu öğrenen Jiro, Nahoko’ya ulaşmak ister ama Nahoko çoktan ayrılmıştır. Jiro Nahoko’nun evine gider ama evlerinin yıkıldığını öğrenir. Böylece Nahoko’nun izini kaybeder.
Bu olaydan yıllar sonra Nahoko artık bir mühendistir ve uçak tasarlamaktadır. Bir iş gezisinde otele gider. Parkta yürürken bir kadının şemsiyesi rüzgarın etkisiyle uçmaya başlar. Jiro, hemen koşar ve şemsiyeyi yakalar. Kadına vermek için yanına gittiğinde o kadının Nahoko olduğunu anlar.
Bu olaydan birkaç gün sonra Nahoko’yu bir göl kenarında görürüz. Jiro, ona orada ne yaptığını sorduğunda ise Nahoko şu cevabı verir.
Nahoko: Kaynağa şükranlarımı sunuyorum. Seni buraya bana getirmesini dilemiştim.
Kaynak, onları ve onlar aracılığıyla da tüm Miyazaki karakterlerini bir araya getirmiştir.
KISACA
Miyazaki için anlam arayışı, bulunduğumuz ortamı terk etmekle, bir yolculuğa çıkmakla başlar.
Bu yolculukta, kendi yeteneğimizi keşfederiz.
Fakat bu yeteneği kullanabilmemiz için kendimizde daha büyük bir amaç bulamamız gerekiyor. Yetenek, ancak daha büyük bir amaca hizmet ettiğinde çalışıyor çünkü.
Bu yolculukta aynı zamanda bir görevimiz de vardır. O da ayırt etmeden ihtiyacı olan herkese yardım etmek.
Yolculukta birileriyle de karşılaşır, en büyük sihir olan aşkı tadarız. Bu sayede gençleşir ve kim olduğumuzu hatırlarız.
Peki o kişiyle tekrar karşılaşacak mıyız? Kesinlikle. Belki bu hayatta belki de bambaşka bir vücutta başka bir hayatta.
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR
Sinemada anlam arayışı üzerine yazdığım diğer yazılara göz atmak isterseniz:
Eternal Sunshine’ın senaristi Charlie Kaufman'ın Anlam Arayışı
Before Sunrise serisinin yönetmeni Richard Linklater Sinemasında Anlam Arayışı
Hep bir arayış içinde olan Jim Carrey'nin Anlam Arayışı
Merhabalar,
Az önce Kiko’yu tekrar izledim, sonra bir yola çıktım.. Bu yazıya denk geldim :))
Eline sağlık, başarılı bir analiz olmuş.
Bununla birlikte, Spirited Away’deki etkileyeci unsurlardan biri olan “adını unutması” fikrinden de bahsedilebilir belki. Aslında tüketici yaşam tarzının insanları kimliklerinden ve özlerinden uzaklaştırması ve yollarını kaydettirmesi durumuna karşı ismini unutmamak için yaşamak zorunda olunan şeyler… İnsana, adının kaybolup gitmesine izin vermemek için hem köklerinin ve hem de kanatlarının olması gerektiğini hatırlatıyor.
Sağlıklı günler
Tuğba.
Teşekkürler.
Üzerinde en fazla düşündüğüm konuları kendime sürekli hatırlatmaya çalıştığım şeyleri o kadar güzel bir şekilde bir bütün haline getirmişsiniz ki burda bütün yazılarınızı üzerinden zaman geçtikten sonra da tekrar tekrar okuyorum hatırlamak için.Silinirse diye de korkuyorum bi yandan.Umarım yazmaya devam edersiniz emekleriniz için teşekkürler.
Ben teşekkür ederim.
Belki birileri Howl’un görünüşünün (saç rengi, boyu, kıyafetleri) neden değiştiği hakkında yazmıştır diye araştırırken yazınıza denk geldim. Ne hoş, farketmediğim ayrıntıları yakalamış oldum. 🙂
Teşekkürler.
Buradan bir kere bile elim boş çıkmadım. Ellerinize sağlık gerçekten. Selamlar, sevgiler.
Teşekkürler 🙂
Çok güzel bir yazı. Kapsamlı ve anlaşılır olmuş. Emeğinize sağlık.
Çok teşekkürler.